|
Seyr ü sülûk

Tasavvufi bir kavramdır "seyr ü sülûk"... Seyr, sefer, sâlik kelimeleriyle de "seyr ü sülûk" kastedilir...

Seyr, Hakk''a ermek üzere manevi yolculuk yapmaktır (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı, 2002).

Sefer, "...kalp ve beden, mânâ ve his düzeyinde gerçekleşen ameldir" (Fütûhât''tan nakleden, Suad el-Hakîm, İbn Arabi Sözlüğü, Kabalcı, 2005).

Sâlik, "Mutlaka gidici demektir. Ve dahi bir hâlden bir hâle ve bir makâmdan bir makâma intikâl edene, sâlik derler" (Seyyid Mustafa Rasim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü, İnsan, 2008).

Bu tanımlardan hareketle "seyr ü sülûk"ün arkeolojisini yapmak amacında değilim...

Amacım, tasavvufî bir kavram olan "Seyr ü sülûk"ü dünyevîleştirerek ondan yanlış bir kültür ve maddi uygulamalar üreten zihniyetleri anlamaya çalışmaktır…

Elbette, örneklendireyim:

Dergi çıkarırız. Niyetimiz, hem edebiyatın gidişatına vaziyet etmek hem de yazar olmakta kararlı gençlere uygun bir mekân ve imkân sağlamaktır. Bu "hâlis niyet" çoğunlukla bir ya da iki sayı sürer. Dergiyi çıkaran üç beş kişi arasında iktidar sorunu baş gösterir önce, sonra yazar olmak isteyen gençlerin burunlarını sürtme çabaları öne çıkar... Öyle ya, güç, mekân ve imkân öncelikle kendileri için bir "yarar" sağlamayacaksa, varsın olmasın daha iyidir... Bu yarar da çoğu zaman mürit edinme tutkusu olarak dışa vurur kendini... Müritsiz şeyh olunmayacağına ve mürit olmak da bir bedel ödemeyi gerektireceğine göre "seyr ü sülûk" ilişkileri kendiliğinden yürürlüğe giriverir hemen...

Yayınevi kurarız. Niyetimiz, iyi kitaplar yayınlayarak para kazanmaktır. İyi kitabın "belirleyeni" yayıncıdır. Çünkü iyi kitap aynı zamanda çok satan ve dolayısıyla para kazandıran kitaptır. İyi, çok ve para sözcüklerini yan yana kullanmakta kararlı olan bir yayıncı için yazar, yayıncının taleplerine uygun "kitap" yazandır. Tanpınar''ın mezarından kalkıp, Saatleri Ayarlama Enstitüsü''nü bu yayıncıya sunması onun yazar sayılması için yeterli değildir. Değildir çünkü, yayıncının "terbiyesinden geçmeyen", onun "dilini kullanmayan" yazar da işe yaramaz. İşte tam bu noktada "seyr ü sülûk" konusu devreye giriverir. Yayıncı kendiliğinden şeyh postuna otururken, yazara da sâlik olmak düşer.

Parti kurarız. Niyetimiz halkımıza hizmet etmektir. Mevcut siyasi şartlarda rakiplerimizle mücadele ederiz. Başarılı bir parti olabilmek için rakiplerimizi sürekli kontrol eder, onlardaki değişmeyi, yenileşmeyi yakından izlerler, biz de buna göre gereğini yaparız. Gereğini yapmaktan kasıt, parti yöneticisinin, nöbeti onu izleyenlerden birine kendiliğinden bırakması da dahil, değişmeye, yenileşmeye gereğince intibak edemeyeceğini anladığı anda, "hizmetin sürmesi"ni teminen kenara çekilmesidir. Ama bu "bizim" partimizde işlemez. Bizim partimizde "pederşâhi" bir anlayış vefa, vesayet, vasiyet, emanetçi kelimeleriyle soslanmış bir duygusallıkla her şeye hâkim oluverir.

Bu durumda, adımızın Recep Tayyip Erdoğan, Numan Kurtulmuş, sanımızın ahlaklı, gayretli, iş bilir, proje sahibi, ehliyetli olması yetmez partiyi kuranlardan birinin ya oğlu ya damadı ya da yeğeni olmamız gerekir. Neden gerekir? Çünkü bizim particiliğimiz de dünyevîleştirilmiş bir "seyr ü sülûk" anlayışına göre işler de ondan...

Zikredilen ilişkilerde "seyr ü sülûk" usûlünü gözetmiyorsanız, siz muhterem babaya itaatsizlik eden bir terbiyesizsiniz demektir... (Bkz., ilgili haberler: "Muhterem babama terbiyesizlik edilmiştir. F. Erbakan")

İşin içine "baba" kavramı girince "seyr ü sülûk"a bir de "teslis" boyutunun ekleniverdiğini görmek, idrak sahiplerine saç-baş yoldurmaz da ne yapar?

Konu buraya dayanınca, Osman Bey''in Şeyh Edebâli''yle yaptığı konuşma gelir aklıma.

Babasının ölümüyle bey seçilen Osman, töre gereğince Şeyh''in elini öpmeye gider. Bu vesileyle Şeyhin ona öğütler vermesi, onun da bunları uygulaması usûldendir.

Osman, Şeyh''in elini öper ama öğüde ve uygulamaya gelince iş değişir. Çünkü o projesi olan bir beydir. Öğüt almaya değil, ne yapacağını söylemeye ve Şeyh''ten sadece destek istemeye gelmiştir.

"...Batıya yöneleceğiz! Talan etmeyeceğiz! Din yaymaya çabalamayacağız! Tersine herkesin inancına saygı göstereceğiz! İnsanlar arasında din, soy, varlık bakımından hiçbir üstünlük tanımayacağız!" der (Kemal Tahir, Devlet Ana, İthaki, 2005)

Şaşırmak ne kelime Şeyh''in zihni altüst olur. Ama değil mi ki karşısında işinin ehli bir "bey" vardır. Duasını eder, desteğini açıklar ve amaçlarını gerçekleştirmesi için yola vurur onu...

Yola çıkışımıza bakarım bir, bir de geldiğimiz şu noktaya...

Üç kuruşa sahibi olmak için dünya işlerimize giydirdiğimiz dinî ve tasavvufî kılıflara...

"Din" derim, sesim kısılır, "kültür" derim, elimde kalır... "Uygulama" derim, yerini bulmaz...

Hayretim, şaşkınlığım ve sinirim birer takoz gibi konuverirler inancımla, idrakimin arasına...

Anlayanlardan istirhamımdır, n''olur bana da anlatsınlar anladıklarını...

Neye yarar "seyr ü sülûk", kime kalır fânî dünya?…

14 yıl önce
Seyr ü sülûk
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’