|
Sezer Tansuğ"un öfkesi

Geçtiğimiz Haziran ayında Eskici Han''da gerçekleştirilen “Sonsuzluk / Eternity” adlı sergi, kelimenin tam anlamıyla “adı büyük, içi boş” bir sergiydi.

Çarşaflı kadın figüründen üretilmiş iki heykel vardı ki hele, değersiz olmaktan da öte tam bir “ucube” örneğiydi.

Yine de bu sergiyi görmemin “Sezer Tansuğ''un öfkesi”ni anlamak (en azından anladığımı sanmak) bakımından bana bir faydası oldu.

Merhum Tansuğ olsaydı, “sonsuzluk” kavramıyla hiçbir bir alakası olmayan bu boya ve metal gösterisi için “yavşaklaşmış züppelik” tanımını yapıştırırdı hemen diye düşünmüştüm daha oracıkta.

Demek ki, öfkesinde haklıymış Tansuğ. Yaşadığı dönemde, adı ağız doluduran ama içeriği salt içeriksizlik olan bu sergiye benzer ne müptezel işlerle karşılaşmış, galerilerden türeyen soysuz ideolojinin seçkinlerine değersizliklerini, köksüzlüklerini, şımarıklıklarını anlatabilmek bilmek için nice ter dökmüştü Allah bilir...

Tansuğ''un, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Estetik ve Sanat Tarihi Bölümü''nde Mazhar Şevket İpşiroğlu''nun asistanlığından neden ayrıldığına ilişkin net bir bilgim bulunmasa da, onun kimi metinlerini izleyerek, hocasını aşmış bir öğrenci olduğu için cezalandırıldığını fark edebiliyorum.

Örneğin, “Şenlikname Düzeni”nin ikinci basımındaki (1993) giriş yazısında Mazhar Şevket İpşiroğlu''nu Heinrich Wölfflin''in mukallidi olarak tanımlıyor ve “Türk sanatçısının, bilinci Avrupa okullarından kazanması gerektiği gibi bir yanlışlık, Prof. İpşiroğlu''nun bilincin gerçek kaynağı olan kendi dünyamıza, bütün yoğun ilgisine rağmen yabancı kalmasına neden olmuştur” hükmünü veriyor.

Tansuğ, hocasının bu “geriliğini”, daha onun asistanıyken biliyor olmalı ki, tam da bu nedenle işine devam edememiş ya da ettirilmemiş olsun.

Bundan daha da önemlisi, şu ya da bu nedenle hocasına bile müdânâ etmeyen bir sanat tutkunu olarak Tansuğ, konu Batı olunca ağızlarındaki suyu kontrolden aciz kalan sanat soytarılarına niye tahammül etsin?

Tansuğ''un eleştirileri karşısında, kendi sanat anlayışlarına, kültürel aidiyetlerine ve mevcut işlerine taptıkları için bunları yeniden gözden geçirmeye gerek görmeyenlerin, onu “öfkeli” olarak niteleyip, bu “özel suç” vasıtasıyla onu sanat ortamının dışına düşürmeye çalışmalarından başka da ne beklenebilirdi ki zaten?

Ayrıca, 1950''li yıllarda “Minyatürler içten, derinden bir öz bütünlemesiyle farklı bir gerçeklik planında kalmak yolunu tutuyor. Dramatik nitelikler taşıyan bir geliştirme, sürekli bir tasvir anlatımında çatışma ve gerilim öğelerini aradıkça idealist, soyut bir görüş açısına düşer. Günlük gerçeklerin çerçevesi içinde kalan bir anlatım sürekliliği ise daha somut bir görünüş kazanmış olur. Denebilir ki, bir Osmanlı, doğanın çatışma öğelerini aramadan, oluşa onun aracısız bir parçası olarak katılmıştır. Batılı ise kesin bir birey çabası ile doğayı aşmayı dener. Batı ortaçağının adsız eserlerinde bile bu davranışın izleri görülür. Batı resmi insana göre bir doğa anlayışına, bir minyatür ise doğaya göre bir insan anlayışına ulaşır.” diyen bir sanat tarihçisi, eleştirmeni, hangi üniversitede tutunabilir, hangi batıcı tarafından sevilebilir ki?

Bugüne gelelim: Osmanlı-İslam sanatında trajedinin yokluğu fikrine tahahammül edemeyen zamane muhafazakarları için bile, trajediden öte dramın yokluğundan söz edebilen bir Sezer Tansuğ, kendisine zor tahammül edilecek biridir.

Şimdi bunlardan hareketle, daha iyi farkediyorum ki, Sezer Tansuğ''un öfkesi denilen şey, onun -çoğunluğu belki de sanatla ilgili üç üniversite bitirmiş, en az beş yıl Paris''te ikamet etmiş- gerizekalılara ille de bir şeyler anlatabilme çabasının doğal bir sonucuydu.

Sözlerini süsleyecek, yumuşatacak zamanı yoktu Sezer Tansuğ''un...

Yumruğunu sürekli havada tutmuş, onu indirmeyi değil, ancak bir darbe vasıtasıyla çalışabilen kafalara vurmayı tercih etmişti...

Çok şeyi ilk kez söylemenin verdiği heyecanla ve onu muhataplarına ulaştırma telaşıyla konuşmuştu. Sesinin tonu yüksek, ritmi tiz, yüz hatları geriliydi bu yüzden Sezer Tansuğ''un...

“Öfkeli, ağır dilli, sert üsluplu” şeklinde tamamlanmasına aldırmamış, keşfettiği doğruları, eriştiği gerçekleri bir yolunu bulup mutlaka anlatmada ısrarlı olmuştu...

Evet, “sonsuzluk / eternity” etkisiyle daha iyi anladım Sezer Tansuğ''un öfkesini...

Ahlak, inanç ve doğru bilgilinin sahibi zenciler öfkeli olurlar çünkü...

13 yıl önce
Sezer Tansuğ"un öfkesi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset