|
“Sol ilahiyat" ve idealler

Spartaküs adlı filmi ilk izlediğimde (ki, çocuk aklımla) toplumsal hayatın işleyişine ilişkin şu genel yargıya varmıştım: Toplumda, çoğunluğu oluşturan ezilenler (köleler, yoksullar, işçiler vd.), ya kendi içlerinden ya da adalet ve vicdan duyguları gelişmiş “güç sahibi” biri tarafından örgütlenerek iktidara ortak oluyorlar. Ezilenler açısından toplumsal işleyiş bir süre iyi gidiyor ancak zamanla denge yine ezilenler aleyhine bozuluyor; bu kez ezilenlerden güç sahibi olanlar “ezen” rolünü üstleniyorlar. Sonra ezilenler yine örgütleniyorlar, yine güce ortak oluyorlar ve yine aynı sonuç tahakkuk ediyor.

Bugünkü bilimsellikle terbiye edilmiş “toplumsal hayat telakkime göre” çok kaba hatlarlara sahip olan bu anlayışım aslına bakılırsa çok da değişmiş değildir.

Ezilenler ve muktedirler hep var; iktidar mücadelesi de kesintisiz olarak sürüyor. Bir farkla ki, ezilenler için mevcut güç ilişkilerini yıkmak ve onun yerine (ahlaktan siyasete, istihdamdan üretime) en “insani” olanı ikame etmek, bitmeyen ve tükenmeyen bir “ideal” olarak yaşarken, muktedirler için mevcut sistemi “muhafaza” etmek “örgütlenmiş bir kibir biçimi” (muhafazakârlık) olarak varlığını koruyor.

“İdeal” kelimesi ülkü, mefkure, ahit, peyman, hayalî demek; Misalli Büyük Türkçe Sözlük''te de “Sadece zihinde ve zihin için mevcut olan; aklî ve ahlakî bakımdan var olması gereken bütün nitelikleri kendinde toplayan ve mükemmel (model); fikrî planda mevcut olup, henüz dış gerçeklikte yer almayan, fakat kendi fiil ve çabalarımızla gerçekleştirmeyi hedef edindiğimiz en yüksek amaç, ülkü mefkûre” şeklinde tanımlanmış.

Bu yanıyla ideal''in bir ucu “ütopya”ya bağlanıyor; nitekim yine Misalli Büyük Türkçe Sözlük''te ütopya için, “Mevcut olmayan, fakat gerçekleşmesi arzu edilen düzen; gerçekleşmesi imkansız tasarı, düşünce veya kavram” denilmiş.

Burhan Sönmez, “Sol İlahiyat” tartışmasını başlatan yazısında (Birikim, sayı: 246), “Ütopya, ''olmayan yer'' değil, ''olması arzulanan yerdir.'' Arzulandığı ve hayal edildiği andan itibaren, hakikatin bir parçası haline gelir. Eğer ütopya yolun öbür ucunda ise, oraya varmak için gidilen yol da ütopyanın parçası olur.” tanımıyla onu “ideal”e bağlamanın ötesinde, adeta bitiştirmiş.

Mircea Elade''ın en adi özlemlerimizin bile “cennet özlemi”nden kaynaklandığını söylemesi de ideal ve ütopyayı “özlem” kelimesinde toplamamızı makul hale getiriyor.

Bu bakımdan, “Cennet” özlemi (ideali, ütopyası), “sol ilahiyat” planında, “ortak akıl cemaati”nin birlikte fikir yürütebilecekleri ortak bir zemin olarak alınabilir.

Bu “ortak”lıkla ideolojiler, inançlar, dinler arası bir “diyalog”u, yardımlaşmayı, destekleşmeyi, eklemlenmeyi kastetmiyorum. Kastım, “cennet özlemi”nin gerçekleştirilmesine ilişkin “nas''lar, tezler, örnekler, öngörüler ve öneriler”in yardımıyla, Kazım Özdoğan''ın Birikim''deki (sayı: 250) konuya ilişkin yazısında kullandığı tanımla bir “kurtuluş teolojisi”nin “vasatında buluşma”yı kastediyorum ki, bizatihi özlem duyulan, ideal olan, ütopik olan bu “aşkın çaba”nın ta kendisi olmalıdır. Nitekim, Sırrı Süreyya Önder''in, Hz. Ebu Zerr''in “Müminin celadetine ne oldu?” sorusunu başlık olarak seçtiği yazısında, resmi olmayan tarihten yaptığı okuma, “aşkın çaba” (ve vasat olanda buluşma) doğrultusunuda benzeri okumalar ve yorumlar için bir örnek sayılabilir.

Önder''in yazısından hareketle belirtmeliyim: zaten, İslâm tarihi “kurtuluş teolojisine” ilişkin -şeriatı da rencide etmeyecek- yeni “vasatlar” üretilmesine yetecek zengin bir düşünce birikimine ve uygulama örneğine sahiptir ki, bundan beslenen “öz-güvenle” son yirmi beş yılda sol''u mezkur “aşkın çaba”ya dahil etmek için gerekli sorular büyük oranda sorulmuştur. Bu soruları merak edenlerin Tezkire dergisinin Eyül 1992 ve Mayıs/Haziran 2002 tarihli sayılarındaki ilgili yazılara bakmaları yeterlidir.

“Sol, bu zamana kadar sorulan sorulara cevap versin hele” ucuzluğuna sığınılması doğru olmayacağı için “sol ilahiyat” ya da “sol, ilahiyat” tartışmasının başlatılmasını, ideal, ütopya bağlamında hem sol''un yeni bir adım atma sorumluluğu hem de “ortak akıl cemaati”nin düşünsel üretimi açısından yeni bir imkân olarak değerlendirmekten yanayım.

Elbette bu tartışma -tüm taraflar itibariyle- “tehlikeli” bir tartışmadır; bir ucunun döneklik, müşriklik suçlamalarına kadar gelip dayanması neredeyse kaçınılmazdır. Ama söz konusu olan “cennete erişme” ideali, ütopyası ise “son karar” Sadi''nin şu dizesinde dile getirdiği gibi olmalıdır:

“Sadi''nin eli cefayla ayrılmaz dostun eteğinden

İnci mercan terk edilir mi, tehlikeli diye denizden.”

NOT: Yoğun sanat gündeminin dışına düşmemek için “Müslüman Sol” romantizmine mahsus yazımı bilahare yazacağım.

Küratörlüğünü Hülya Yazıcı Aktaş''ın yaptığı, “Şehrin Gizli Dili” başlıklı, 1. Uluslararası İstanbul Trienali''nin açılışına katıldım. Bağımız Sanat Derneği üyelerinin orada sergilenen ürünlerini gördüm. Nasip olursa gelecek hafta bu konudaki izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım.

14 yıl önce
“Sol ilahiyat" ve idealler
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler