|
Sorunlu iki bakış arasında eskilik meselesi

Sanat konusunda, ibnü’l-vakt olmakla, kendi zamanının popüler sanatına tabi olmayı birbirine karıştırdığımız şundan bellidir:

İlkiyle, kendi vaktinde kendi sanatını gerçekleştirmeyi kastederken, ikincisiyle yığına ve o yığının sanat zevkini belirleyen bir sisteme / pazara tabi olmayı kastediyoruz.

Dolayısıyla, ikinci yöneliş, ibnü’l-vakt olmanın tam aksine, ipleri daima başkalarının elinde olan bir sistemin çocuğu olmayı ifade ediyor ki, bizler de gerek mevcut sanatsal yönelimlerimiz, gerekse günümüz sanatından yakınmamız planında ikincisini esas almış oluyoruz.

Bu bahiste asıl önemli olan, ibnü’l-vakt olmayı, benzerlerinden farklı olma esasında dine tutunma olarak, pazara tabi olmayı ise dinden uzaklaşma, daha açık bir söyleyişle sapma olarak yorumluyoruz. Bu yorumda, pazar sanatı mezkûr hükmü hak ediyor olsa bile, konu din ile çerçevelendiğinde, ona tabi olanları günahkârlar olarak kategorize etmek gibi büyük bir yanlış da kendiliğinden öne çıkıveriyor.

Öte yandan, İslâm sanatlarını merkeze alarak, günümüz sanatı üzerine bu minvalde yaptığımız değerlendirmeler de yine kendiliğinden eskimiş olanın güzellemesine dönüşürken, pazar sanatına dair eleştirilerimiz de muteber hale gelmiyor; geçmişteki sanatı bir bakış ve edep terbiyesi olarak konumlandırmamız, mahremiyetin ifşası ya da bilinçaltı kirlerinin patlaması planında özü itibariyle şeytani olan romandan, hiç kimseyi sakındırmamızı sağlamıyor.

Hali bilmeden, sanata dair yeni bir maluma erişmenin mümkün olmayacağını gözeterek yaptığımız bu değerlendirmeyi, şu yönelimin eşiği olarak görüyoruz:

Alfabe / dil değişimini, sömürgeleşmeyi, sanatsal ve kültürel olarak Batı medeniyetinin paryası, hayranı haline getirilmeyi de gözden uzak tutmaksızın, biz günümüz tefekküründe etkili olan Batı irfanından da yararlanarak mezkûr konudaki farklarımızı yeniden belirlemeyi, zihniyetimizi İslâm üzere kuran kodları bu bağlamda tefsir etmeyi kendimize mesele edinebiliriz.

Zira sanat yönünden de muhteşem bir geçmişimizin olduğunu bilmemiz, o ihtişamı sağlayan tefekkürün, zihniyetin ve buna tabi olan amellerin ne olduğunu bildiğimizi göstermiyor. Bilakis, son iki yüz yıldır ucuz kimi malumat üzerinden bir kör düğüşü yapmaktan ileriye gidemeyişimiz, ilgili tefekkürden ve maddi / kaydî bilgilerden yoksunluğumuzu ifşa ediyor.

Bu noktada, artık şu soruyu sorarak işe koyulabiliriz:

Eski nedir ve eskiyen olarak sanatımızla nasıl bir bağ kurabiliriz?

Eski’den kasıt, başta hat ve tezhip olmak üzere kitap sanatlarıyla, bu sanatın -matbaanın icadı vb. nedenlerle- kendisini geriye çekmesiyle / işlevini yitirmesiyle mimari yolla dışa / yüzeye çıkmış olan ve daha genel bir bakışla özel bir mimarinin ta kendisi olan bir sanattır.

Bu manada, İslâm sanatları halen icra ediliyor olduklarına göre, eskilik nitelemesi onların mevcudiyetinden kaynaklanmıyor olmalıdır. Eskilik, bizim bakış tarzımıza, dolayısıyla sanat zevkimize göre sınırlanan şey olmakla beraber, has olanın, muteber bulunan, değer taşıyanın kendisini bizden geriye çekmesi, diğer bir söyleyişle yanlış yönelimlerimiz, sıradanlaşan zevklerimiz ve ferdî hırslarımız / yararlarımız yüzünden onun bizi terk etmiş olması şeklinde de yorumlanabilir.

Nitekim “İnsan, sadece düşünülmesi -gerekene yeterince yönelmediğinden değil, düşünülmesi- gereken insandan yüz çevirdiği için henüz düşünmüyor” diyen Heidegger’in şu yorumu bizi sorumuzun hakiki cevabına götürebilir bir nitelik taşıyor:

“Düşünülmesi-gereken insandan yüz çeviriyor. Kendini ondan geriye çekiyor. (...) Kendini geriye çeken, varışını esirgiyor. Yalnız –bu kendini geri-çekme- bir hiç değildir. Geri-çekim (Entzug) hadisedir (Ereignis). Hatta kendini geri çeken şey insanı, ona dokunan ve alakadar eden tüm mevcut olanlardan daha özsel bir biçimde alakadar edebilir ve talebine alabilir.” (Düşünmek Ne Demektir, çev.: İlhan Turan, Dergah Yayınları, İstanbul 2019)

Bundan hareketle, selatin camilerinden birinin mihrabını çevreleyen bir ayeti ve istifini / hat tarzını okuyamayışımız, bilemeyişimiz ve anlayamayışımız onun eskiliğinden olmadığı gibi, bir yapının taç kapısındaki bitkisel bezemeleri onun dayandığı kozmolojiye yabancı olarak, öküzün treni seyredişiyle seyrederek eski sayışımız, gerçekte onların eskiliğinden değil, malum nedenlerle onların bizi kendilerine karşı öküzleştirmiş olmalarındandır.

Kısaca hat, tezhip, ebru... vardır. Asıl var olmayan bizim bizliğimizdir. Biz kendimizden uzaklaştığımız için, onlar da kendilerini bize kapatmıştır.

#Düşünmek Ne Demektir
#İslâm
#Sanat
4 yıl önce
Sorunlu iki bakış arasında eskilik meselesi
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’