|
Sosyal roller neden karıştırılıyor?

Emirlerine uyulmasını sağlamakla Allah’ın işini, Allah’ın emirlerine uymaya zorlamakla kurtuluşlarını sağlamak bakımından da insanların işini kolaylaştırdıklarını zanneden kimi ilmihalci hocaların/ şeyhlerin, bu bapta iktidar adına kendilerini tek yanlı olarak yetkilendirdikleri, bunların sözlerinin (fetvalarının) toplumsal hayata uygunluklarının ise gazeteciler tarafından denetlendiği vakitlerdeyiz.



İktidar derken, siyasi bir partinin kurduğu hükümetin hükmedişinden daha fazlasını kastediyorum. Bu manada, siyasi hükumet, genel iktidarın işleyişinde sorun çözen bir üst oluşumdan başka bir şey de değildir ve dolayısıyla iktidardan söz ettiğimiz yerde ordunun, politikacıların, patronların, din adamlarının, yargıçların, akademisyenlerin, medyacıların... işleyişini belirledikleri hayati bir çarktan söz ediyoruz demektir.

Bu çarkta müminin yeri (şekilsiz/ kimliksiz ve şahsiyetsiz) yığının içi olarak belirlendiğinden, onlar da Allah’ın kendilerine verdiği irade etmenin ya da etmemenin (kulluk imtihanının) muhatapları olarak değil, yığındaki özel kitle olarak hocaların/ şeyhlerin yönetiminde bulunan bir kategoriden ibarettir.

Bunun daha da vahim yanı, hocaların/ şeyhlerin kendi kendilerini yetkilendirerek konuştukları düzeyin giderek din sayılması, onlara hadlerini bildiren gazetecilerin de sekülerizmin yargıçları olarak kanıksanmasıdır. Bu ilişkide harcananın mümin ve onun inançlarının (Allah’ın kendilerine iradelerini kullanabilme yönünde verdiği seçme hakkının) olması önemli bir husus değildir.

Giorgio Agamben, yer yer Eş‘ârîliğin ilgili terminolojisini de kullanarak, bu dikkate değer olmayanın değerini şöyle belirlemektedir:

“Deleuze bir keresinde iktidarın işleyişini insanları yapabileceklerinden, yani kendi potansiyellerinden ayırma olarak tanımlamıştı. Etkin kuvvetlerin uygulamaya sokulması engellenmiştir. Ya onları mümkün kılan maddi şartlardan yoksun olduklarından ya da bir yasak resmi olarak imkansız kılındığından. Her iki durumda da iktidar –ve bu onun en baskıcı ve acımasız biçimidir– insanları kendi potansiyellerinden ayırır ve onları bir şekilde iktidarsız yapar. Bununla birlikte iktidarın başka bir, daha sinsi bir işlemi vardır; doğrudan insanların yapabilecekleri şey –potansiyelleri– üzerinde çalışmaz, aksine ‘potansiyel-sizlikleri’ üzerinde çalışır, yani yapamayacakları şey, daha doğrusu, yapmayabilecekleri şey üzerinde çalışır. (...)

Potansiyel-sizlik (...) yalnızca potansiyel yokluğu, yapmamak, anlamına gelmez, aynı zamanda ve bilhassa ‘yapmayabilmek’, kendi potansiyelini edimsel hale getirmeyebilmek anlamına da gelir. Ve insani potansiyeli de belirleyen tam da her potansiyelin bu özel –daima olmak ile olmamak, yapmak ile yapmamak olan– bu çift değerliğidir. Bu da demektir ki insanoğlu, potansiyelin kipinde var olarak, hem bir şeyi hem de zıddını yapabilen canlıdır; yapar da yapmaz da. Bu onu başka herhangi bir canlıdan çok daha hata yapma riskine maruz bırakır ama becerilerini özgürce kendinde toplamasına ve onlara hükmetmesine, ‘yetilere’ dönüştürmesine de izin verir. İnsani potansiyel, insanın yapabileceği şeyin ölçüsü olmakla kalmaz, aynı zamanda ve özellikle kendi yapmama imkanını koruma becerisidir, ki bu da onun eyleminin statüsünü belirler. (...)

Bugün, ironik olarak ‘demokratik’ diye tanımlanan iktidarın harekete geçirmeyi tercih ettiği işte potansiyelin bu diğer ve daha karanlık çehresidir. İktidar insanları yalnızca ve daha çok yapabileceklerinden değil, fakat her şeyden öte ve daha çok yapmayabileceklerinden ayırır. Potansiyel-sizliğinden ayırılmış, yapmayabileceği eylemin deneyiminden yoksun bırakılmış günümüz insanı her şeyi yapabileceğini zannediyor ve o şen şakrak ‘mesele değil’ini ve o sorumsuz ‘olabilir’ini tekrarlayıp duruyor, işte tam da üzerlerinde her türlü kontrolü yitirdikleri güçlere ve süreçlere görülmemiş ölçüde teslim edilmiş olduklarını anlamaları gerektiği zamanda. Becerilerine karşı değil ama becerisizliklerine karşı, yapabileceğine değil yapamayacağına ya da yapamayabileceğine karşı körleşmiştir.

Dolayısıyla zamanımızda işler ile meşgaleler, mesleki kimlikler ile sosyal roller karman çorman olmuştur. Bunların her biri küstahlığı oyun oynayışındaki sebatsızlığı ve silikliğiyle ters orantılı olan bir figüran tarafından kişisizleştirilmiştir. Herkesin her şeyi yapabileceği ya da her şey olabileceği fikri; sadece bugün değil beni muayene eden doktorun yarın bir televizyon oyuncusu olabileceği değil, beni öldüren katilin bile aslında –Kafka’nın Dava’sında olduğu gibi– bir şarkıcı olabileceği kuşkusu, bugün piyasanın her insandan talep ettiği başlıca nitelik olan bu esnekliğe doğru herkesin bükülüverişiyle ilgili farkındalığın yansımasından başka bir şey değildir.” (Çıplaklıklar, çev.: Suna Kılıç, Alef Yayınları, İstanbul 2017)

Mevcut iktidar çarkının işleticilerinden biri olarak hocaların / şeyhlerin rollerindeki farklılaşma ve din tanımlı sözleri, zikredilen nedenlerle masum olmadığı gibi, kaşınması halinde müminlerin zarar göreceği ihtimaliyle halının altına da süpürülmesi de doğru değildir.

Sosyal rollerin iktidar tarafından bilinçli olarak karıştırıldığı şu vakitte, dini düşüncenin düşünülmesi, hocaların / şeyhlerin mevcut rollerinin iptaliyle ve namlı isimlerinin silikleştirilmesiyle ancak mümkün olabilecektir.

#İnsan
#Toplum
#Sosyal rol
6 yıl önce
Sosyal roller neden karıştırılıyor?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler