|
Topyekün direnişte bize düşen

15 Temmuz başarısız darbe girişimi, dünya görüşü, siyasal tercihi ne olursa olsun, son tahlilde milletini ve vatanını seven herkesin, topyekün bir saldırı altında olunduğunu anlamasına da vesile oldu.



Batılı liderlerin yaşadığımız tehlike karşısındaki aymazlığı, mikrofonlarını FETÖ başına uzatarak hedef saptırmaya çalışan uluslararası medya, FETÖ başını ve elemanlarını kendi kanatları altında toplanmaya çağıran Mısır tipi darbeciler, ABD koruması altında, darbenin yeni dalgasını üretmeye çalışan PKK=PYD= DAEŞ, Türkiye'yi Suriye'deki gibi iç savaşın içine çekmek arzusuyla yanıp tutuşan Esed, istihbarat örgütlerinin içerideki ajanları, darbe girişimini dine ve dindarlara sövmek için bahane bilen ulu-solcu laikçi faşistler, dini değerlere put hükmü vererek mukaddesata ve geleneğe savaş açan liberaller...'in silahlı, sözlü, dolaylı, dolaysız toplu saldırılarını, hâlâ net olarak görmeyenler için de altını çizerek, ısrarla söyledik ve söylemeye de devam edeceğiz.



Ancak tek başına bunları söylemek ve bunlardan hareketle topyekün saldırıya karşı topyekün direnişi vurgulamak, kendi içinde bir doğruluk (ve zorunluluk) taşısa da, sonuç alıcı bir yönelişin gerçekleşmesi için somut bir etki üretmeye yetmiyor.



Nitekim, topyekün direnişten her bahsedişimizden sonra, okurlarımız “iyi de nasıl direneceğiz, bize düşen nedir?” diye soruyorlar.



Bize düşen, öncelikle biz'i biz kılan şey (farklı mizaç, meşrep, meslek vb.) ile değerli olduğumuzun farkında olmaktır. Bu manada herkes çağırıcı (münadi) olmayacağı gibi herkes çağırılan da olmayacaktır; çağırıcı ve çağrılan olarak yerlerimizi iyi belirlediğimizde, bize düşeni de belirlemiş oluruz.



Bu manada, devletin kendi kurum ve kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütlerinin yöneticileri ve mensuplarıyla

organize

bir tutum ve fiil içinde olmaları beklenir ki, buralardaki ilişkiler, hedefler ve operasyonlar bunların kendi faaliyet mantığı içinde kurulur ve işletilir.



Eğer bizler organize bir faaliyet yürütmek zorunda olan söz konusu örgütlerin dışındaysak, doğru, eksik ya da fazla yapılanların tanığı, doğrusunda destekçileri, eksik ve fazlasında eleştirenleri olabiliriz.



Yoksa başka makamları temsil etmeye, onlara yüklenen rollerini üstlenmeye kalkışamayız. Daha açık bir söyleyişle pasif bir savcının yerine savcı, pasif bir genel müdürün yerine genel müdür, pasif bir belediye başkanının yerine belediye başkanı olmaya kalkışamayız; ancak kimlerin pasif olduklarını görürüz, işaretleriz ve ifşa edebiliriz.



Eğer bizler halkı aydınlatma, dikkatlerini zinde tutma, uyanık olmalarını sağlama imkanlarına sahip isek, bize düşenin düzeyi de buna göre kurulup, arzulanan hareket (topyekün direniş) de buna göre sağlanabilir.



Şöyle ki, 15 Temmuz gecesi, hepimizi bir arada tutan, kalpleri birlikte çarptıran, aynı dil olarak konuşturan, aynı istikamette aynı amaçlarla yürüten, aynı fedakarlığa sevk eden

ortak bir ruhun varlığını keşfettik

.



Bu ruha ister dindarlık, ister devletçilik, ister (en geniş anlamıyla) milletseverlik, ister vatanperverlik, ister hamiyet tutkusu... her ne dersek diyelim, o varlığını aşikar kılan şartlarda kendiliğinden tahakkuk etti ve bizler ancak bu ortak ruhla darbeyi başarısızlığa havale ettik; birbirimizin kıymetini, bir arada olabilmenin, her konuda birlikte olmasak da istiklal ve istikbal kaygısında bir'likte ittifak ettiğimizin farkına vardık.



Hal böyle olduğuna göre, o halde bizler önce

bu ruha dair konuşmalarımızla

, topyekün direnişin daha bilinçli olarak oluşmasına ve sürmesine katkıda bulunabiliriz:



İçinden geldiğimiz ya da içinden geldiğimizin bilincinde olmasak da kendiliğinden etkisine tabi olduğumuz bu ruh nedir?



Bu

bir amentüye sahip olanın

Rabbani bir mükafatı mıdır, Rahman'ın rahmetini celbedenlere

O'nun katından gönderilen bir sekine

midir, zihinlerimizde gömülü olarak yaşadığını fark etmediğimiz ve ancak şartları oluştuğunda harekete geçiveren birleştirici kültürel kodlar mıdır?



Bu ruhun içkin olduğu bir devlet çatısı altında beraberlik, milletseverlik, vatanperverlik, muktedir olmak nedir? Din ile bunların bir bağlantısı, aralarında bir mesafe var mıdır ve varsa bu mesafeyi halklı ya da makul kılan şeyler nelerdir? Eğer aralarında bir mesafe yoksa, bu mesafesizliğin getirisi, bedeli ve sonuçları nedir?



Toprak için her zaman ve her şartta bedel ödemeye hazır olmanın dini ve dünyevi karşılığı nedir? Kendi dünyevi maksatları uğruna toprağını başkalarına peşkeş çekenin hükmü nedir? Bu hüküm aynı zamanda dini bir hüküm müdür ve bunu üreten düşüncenin, zamanın ve şartların niteliği nedir?



Bunlardan başlanarak,

akıl vermeyen bir akıl edişle

,

bilinç empoze etmeyen bir bilinçle

,

fikir dayatmayan bir tefekkürle

bizi biz yapan kavramları, deyimleri, kelimeleri yeniden ele almak, mevcut ve ideal içeriklerini doğru belirlemek, zikrettiğim düzey itibariyle bize düşen bir iştir.



15 Temmuz'da, bidayette sahip kılındığımız ruhu, nihayette ete kemiğe büründürülerek, her zaman ve şartta kutlu bir elbise gibi tereddütsüzce giyinmemizde ve bu sayede topyekün saldırıya karşı topeykün bir direnişi gerçekleştirmemizde bize düşen ilk şeyler bunlardır.


#FETÖ
#Topyekün direniş
#PYD
8 yıl önce
Topyekün direnişte bize düşen
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’