|
Üç devir: Züht, tasavvuf ve tarikat
Tasavvuf
kelimesiyle karşıladığımız
İslam metafiziği
ni züht, tasavvuf ve tarikat olarak üç devir halinde ele almamız mümkündür.


Züht devri

: Tasavvufun, zühdî bir hareket olarak başladığı konusunda mutabakat vardır.



Fetihlerle birlikte zenginleşen Müslüman toplumlarda, riya ve kibre set çekerek şer'i öze uygun yaşama tavrının öne çıkarılması şeklinde özetleyebileceğimiz bu devir

İbrahim Edhem

(ks; ö. 161/778) ile başlayıp,

Cüneyd-i Bağdâdî

(ks; ö. 279/908) ile son buluyor.



Tasavvuf devri

: Fetihler sırasında Hind, Yunan, Yahudi ve Hıristiyan metafiziğiyle karşılaşan Müslümanların, bu metafiziklerle İslam inancı arasında kurdukları benzerlikler üzerinden kimi

heterodokstik kanaatler

üretmeye başlamaları üzerine, fakihlerin bunlardan caydırmak maksadıyla sert tedbirlere başvurmaları karşısında, ümmet içinde bir bölünme tehlikesinin başgösterebileceğini farkeden Cüneyd-i Bağdâdî, zühd hareketi içinde şekillenip, farklı kültürel etkilerle değişme ve yaygınlaşma istidadı gösteren metafizik düşünceyi şeriatın içine çekme çabasını başlatıyor.



Bu çabanın,

Ebû Hâmid el-Gazzâlî (ra; ö. 1111)

ile tekamül etmekle birlikte, kurumlaşması için

Muhyiddin İbn Arabî

'nin (ra; ö. 1240) gelmesi gerekiyor.

İbn Arabî

, şer'i ilimlere bile kendi renginden bir kisve giyderecek şekilde İslam metafiziğinin tasavvuf adıyla kurumlaşmasını tamamlıyor.



Sadreddin Konevî

(ks; ö.1274),

Dâvûd-i Kayserî (ks; ö.

1350) vd. alim mutasavvıflar eliyle, Vahdet-i Vücûd doktrini olarak yeni bir boyut kazanan İbn Arabî düşüncesi,

İmam-ı Rabbânî

(ks; ö.

1624) tarafından eleştirel bir tutumla Naşibendiyye'nin (mertebelerden bir mertebe olarak) içine çekilmesine ve dolayısıyla tasavvufa nazariyattan pratiğe aktarılarak yeni bir yön kazandırılmasına rağmen, mevcut etkisinden hiçbir şey kaybetmeksizin devam ediyor ve dolayısıyla tasavvufun ana çerçevesi korunabiliyor.



Tarikat(lar) devri

:

Mevlânâ Halid-i Bağdadî'nin

(ö. 1827), iktidarın da talepleri doğrultusunda, büyük tarikatları icazet müessesi üzerinden kendi adında birleştirme niyetinin gün yüzüne çıkmasıyla birlikte artık, tasavvufun ana çerçevesindeki belirsizleşme ve ilgili doktrinlerin tarikat yapısı içinde devam etmesi sürecine girildiği anlaşılıyor.



Kaldı ki, bu zaman, modernleşmenin ayak seslerinin iyiden iyiden duyulmaya başlandığı, bireyciliğin hakimiyetini ilan ettiği ve cemaat (daha genel manada ümmet) ilişkilerinin zayıflamaya yüz tuttuğu bir zamandır.



Öte yandan yine bu devrin başlangıcında Babürler, Safaviye ve Osmanlı iktidarlarının zayıflaması, gerek küçük gruplar halinde inancın korunması gerekse maddi dayanışmanın bir zorunluluk haline gelmesiyle tarikat(ın) elini güçlendiriyor.



Biz bugünden geriye dönüp baktığımızda, eleştirel planda bu üç devir adına ne görüyoruz diye soracak olursak, gerçekte tarikatların eleştirisinden başka bir malzemeye sahip olmadığımız ortaya çıkıyor.



Şöyle ki: ne zühdî hareketi ne de tasavvufu kendi doğuş ve uygulanış şartları içerisinde değerlendirebilecek bir idrake sahip değiliz. Sadece ilgili doktrinlerin, çatışmaların ve eleştirilerin tarihi kayıtlarını bilebiliriz ki, bu da şartlardaki ve idraklerdeki farklılaşma nedeniyle bizi hakkaniyetli bir eleştiriye götürmez.



Bu durumda, şimdiki şeriat algımız içinden baktığımızda, özellikle tasavvuf devrinde (İbn Arabî'ninkiler dahil) bir çok

heterodokstik unsurun İslam zihniyet ve kültürüne yedirildiğini kabul ve beyan etmek durumunda kalırız ki, bu eleştiriden o günkü tasavvuf bir zarar görmüş olmayacağı gibi, biz de bunun üzerinden yeni zaman için olumlu bir düşünce üretmiş olmayız.



Mevcut tarikat(lar) üzerinden bir eleştiri yapmaya ise hiç hacet yok çünkü bu tarikatların büyük bir bölümü zaten adeta eleştiri ortamının süreklileşmesi için varlıklarını sürdürüyor gibiler. Diğer bir söyleyişle

mezar ekonomisine

bağlı olarak

şimdi

faaliyet gösteren onca tarikatın İslam'la ilişkisini doğru kurabilmek için büyük emek harcamak, ağır riskleri, saldırıları göğüslemek gerekiyor.



Bu durumda, tasavvufun gerekliliğini, mevcut İslami zihniyet ve kültürün içinden yeniden okuma zarureti ortaya çıkıyor.



Din için tasavvuf söz konusu olamaz, çünkü şeriatın olmadığı yerde tasavvuftan söz edilemez. Gündelik hayatımızın tanziminde din-zihniyet-kültür ilişkilerinin sahih planda yeniden kurulması arayışına girdiğimizde ise konunun düzeyi farklılaşır.



Çünkü bu düzey pratiğe, hatta toplumsal pragmatizme (sekülerleşmeye) bitişiktir.




#Züht
#Tasavvuf
#İslam
#Mevlânâ
8 yıl önce
Üç devir: Züht, tasavvuf ve tarikat
‘Siz de onları adım adım izleyeceksiniz’
Kâr şeytan mıdır, şeytanî midir?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!