|
Ufukları kapatmak

Küçükçekmece gölünün güney-doğu kıyısında atılan bir temel, oturduğum semtten İstanbul'a gelip gittiğim güzergahta olması bakımından dikkatimi çekmişti.



“İnşallah, sosyal tesis, kafe, oyun bahçesi ya da park evi niyetine tek katlı bir yer yapılacaktır” diye ummuştum ama birinci kat yükseldikten sonra (bulaşıcı mıdır nedir), ilk kata nice katlar eklendi.



Şimdi burada devasa (devil gibi diyebilirsiniz) bir yapı, bir heyula var artık.



Başlangıçtaki kaygımın öncelikli nedeni ise, su havzasının korunması bakımındandır.



Çevre hassasiyetinin henüz çok gelişmediği yıllarda, havzayı koruma amaçlı olarak askeri bir birlik konuşlandırılmış burada.



Sonra çevreyle ilgili bilinçlenme artıp(!), yeni yeni resmi kurumlar kuruldukça(!) (ki bunlardan biri de, malum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'dır) o askeri birlik büyük oranda buradan çekilmiş.



Artık, çevreyi koruma, hatta çevreyi koruma düşüncesini koruma konusunda mevcut şunca kurum oluşturulduğuna göre, benim su havzasının korunmasına mahsus mezkur kaygımın sudan sebeplerle sürdüğüne hükmedilmesi de mümkündür. Ama ye yapalım ki, her insanda olan

susuz kalma

korkusu,

ilk-el

bir korku olarak benim yakamı da hiç bırakmıyor.



Diğer kaygıma gelince:



Bunun adı tamı tamına, ufuksuzlaştırma kaygısıdır.



Şöyle ki: birbirlerinin gölü görme hakkını, açıklık olarak ufkunu ihlal etmeyecek şekilde yapılandırılmış bir mahallenin belli bir kısmı, şimdi yeni heyulanın arkasında kalmış bulunuyor.



Diğer bir söyleyişle, heyula tarafından gölü görme hakları engellenmiş olan evlerde oturan insanlar, sabah kalktıklarında serin bir maviliğe bakarak huzur duyamayacaklar; o evlerin balkonunda oturarak en azından ruhsal planda kendilerini sağaltmaya çalışan hastalar varsa, bundan böyle karşı camlarda görebilecekleri solgun yüzleriyle yüzleşmeye durarak hastalıklarına hastalık katacaklar artık.



Bu söylediklerime bakarak, lütfen benim bir

pastoralizm düşkünü

olduğumu sanmayınız. Marksist literatüre ait olan

yabancılaşma

terimi, artık çocuğundan emeklisine herkesi kapsayacak bir işlevi yüklenmiş durumdadır. Ben de son tahlilde buna dair birkaç durumu vurgulamış oluyorum.



Üstelik dikey mimariye karşı bir düşmanlığım da yok. Yeter ki, eski masallardaki devlerin yerine geçerek insanları sabahları yutan, akşamları kusan bu yapılar söz konusu yabancılaşmayla birlikte doğal çevreyi tahribin bir nesnesi olmasın. Londra'da, Fes'teki gibi merkezi işgal etmesinler, varsın dışarıda kendileri yeni merkezler oluştursunlar. Yenibosna'daki, Zincirlikuyu'daki, Bursa'daki gibi paslı birer bıçak gibi şehirlerin kalbine gömülmesinler.



Ancak üzerinde durduğum son örnekteki gibi, maalesef bunlar

mimari yöntem işleve yöneliktir

usul ve esasınca değil, Kapitalist çarka dahil bir işlevin ve işleyişin getirisi olarak kurgulandıkları için, değişme süreçlerini azdırıcı bir rol üstleniyorlar.



Örneğin, hangi amaçla yapıldıklarını bilmiyorum ama göldeki heyula, bir mahallenin ufkunu kapatmasının yanı sıra, belirli bir süre sonra o mahallenin mahalle olmaktan çıkmasına da neden olacaktır.



Çünkü, birkaç günde değil, on hatta yirmi yıl sonra, çevre de bu heyulaya göre dizayn edilecek, eğer yeni bir iş merkeziyse ya da bir otelse, yanı başında AVM'ler, kahveler vb. yan hizmet birimleri kendiliğinden, mahallenin uygun görülen ilk evlerinin yerinde bitivereceklerdir.



O zamana kadar ufku kapatılan evlerin sahipleri, reklamlardaki aşırı pastoral şartlandırmanın da etkisiyle ve onlarda söylendiği şekliyle,

şehrin sorunlarından uzak yapay cennetlere

uçmuş ve böylece bir evden bin evin terkine çıkan süreçte, mahalle yerini ticaret ve eğlence merkezlerine terk etmiş olacaktır.



Bizim ne bir kişinin ne de bir kurumun ticaretiyle, kârıyla, iş alanları açmasıyla, istihdam yaratmasıyla alakamız olamayacağından, söz konusu heyulaya bu açılardan bakmamızın da bir gereği yok elbette. O halde, biz her zaman olduğu gibi yine işin insan ve doğa tarafında durarak bağlayalım sözlerimizi:



Mezkur heyula (ve benzerleri) ile kapatılan insanın ufkudur ki, bu ufkun kapatılması, güneş hakkından, görme hakkına kadar birçok hakkın ihlal edilmesini içkindir. Haktan söz ederken Batılı şarlatanların kendileri çıkarları doğrultusunda uydurdukları ve uyguladıkları insan haklarından söz etmiyorum. Oturduğu evin manzarasını kapatmak, doğa ile bağlantısı gibi, küçük insanın küçücük haklarını kastediyorum.



Dolayısıyla şunu soruyorum: İnsan haklarının gözetilmediği bir yapılaşmanın neden olacağı

gemisini yüzdüren kaptan olma

, salt kendi çıkarını gözetme yarışının, öncelikle ahlaka yönelen bir tahribatı tetikleyeceğini görebilen, düşünebilen sorumluluk sahibi hiç kimse kalmadı mı bu şehirde?



Yoksa, Dadaloğlu romantizmine bağlanıp, “Dağlar hey” diye ünleyerek, “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” deme devrine dayandık da haberimiz mi yok?


#Küçükçekmece
#Dadaloğlu
#Pastoralizm
8 yıl önce
Ufukları kapatmak
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset