|
Uzaktan sevmenin yakîni

Kimi mekanlar, diğerlerine göre neden daha çok sevilir?



Bunun öncelikle hâlitamızla, hatta a'yân-ı sabitemizle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Maddi karışımımız ve ruhi durumumuzda ondakilerle uyuşan çok şeyler olabilir.



Müminizdir bir de; kimi mekanlarda dua, zikir ve ibadet üzere bulunmanın daha faziletli olacağı bildirilmiştir.



Bu, mümin için emir sigasında bir tekliftir ki, bu teklife icabet etmek (belirli maddi ve sıhhi şartlar dahilinde) zorunludur.



Dolayısıyla bu zorunluluk, o mekanların bir başka türlü (açıkcası, tutkuyla) sevilmelerine neden olabilir.



O mekan sizi seçmiş (sevmiş) de olabilir pekala. Neden saklayayım, ben İstanbul için böyle bir şeyin geçerli olduğunu sananlardanım.



Bana göre İstanbul'da mukim olmayı siz seçemezsiniz, onda ikametinizi o seçer. O sizi seçmediği halde, siz onu seçmişseniz bir süre sonra sizi bir safrayı atar gibi atıverir dışına da bunun adı, “İstanbul'da geçinemedik” olur. Aslında, İstanbul sizinle geçinemediği için siz ondayken geçinememişsinizdir.



Bazen de bir çok mekanı sevmek, o mekanı görmemekle bağlantılı olabilir.



Şimdi konuyu abarttığımı düşünebilirsiniz ama şu iki ünlü ismi örnek gösterince sizin de bana katılacağınızı sanıyorum:



Deli Eniştem Bana Arabistan'ı Veriyor

adlı öykünün yazarı

Abdülhak Şinasi Hisar

(ö. 1963) Arabistan'ı hiç görmediği halde onu tutkuyla sevenlerden biridir.



Der ki, o öyküsünde: Ben, deli eniştemizin bana verdiği ve hayalimde yaşayan bu Arabistan'ı hiçbir zaman gidip hakikatteki memleketle karşılaştırmaya cesaret etmedim. Zira hakikatle çarpışan hangi bir hayal vardır ki kırılmasın? Hayalimizin ufuklarında seyrettiğimiz bir serabı gidip hakikatle karşılaştırmanın ne kadar ihtiyatsız olacağını bilirim. Medeniyet denilen nimet ve faziletin ekseriyetle şehirlerin doğru yollarından, deniz kenarlarından, dere boylarından, yılankavi bir şerit halinde geçerek, dünyada ne dar bir sahaya yayıldığını ve nasıl bakımlı evlerle müstesna insanlara inhisar ettiğini bilirim. Medeniyetin adam adam, köy köy, ev ev, sokak sokak, mektep mektep, şehir şehir kazanılır bir nimet bir servet olduğunu bilirim. Görülmeğe lâyık bir dünyayı hep kendi odamızın pencerelerinden ve arzularımızla hulyamızın büyülten ve güzelleştiren camları arkasından görebileceğimizi bilirim. Eniştemin hayalime nakşettiği bu Arabistan'ı, kutsî bir ülke gibi hiçbir zaman el sürmeden, yerli yerinde bıraktım. Zira onun bana sunduğu bütün bu manzara ve hâtıraların Çamlıca'daki çekilmiş, süzülmüş, durulmuş birer hülâsa ve iksir olduğunu da biliyorum. Bütün bunlar içindir ki, hiçbir zaman hayalimin kanaatini gidip hakikatin insafsızlığıyle karşılaştırmaya razı olamadım.”



İşte böyle sever Hisar, Arabistan'ı ve teyiden der ki yine, “Nasıl ki, uzun müddet, bu daha gidip görmemiş olduğum Arabistana dair bir kitap yazmak sevdasına düşmüştüm ve birçok notlar almıştım. Deli eniştemizin ilham etmiş olduğu bu eser, şimdi unutmuş bulunduğum kısımlariyle, bir zamanlar kafamın içinde hazır gibiydi. Yalnız yazılması kalmıştı. Fakat nice insafsızları tatmin etmek için, onu yazmadan evvel, bir uzun yola düşmek, Arabistan'da bir sefere gitmek lâzım geldiğini düşünerek bu kitabı yazmaktan vazgeçtim. Zaten ihtimal ki bu zahmetli seyahate katlansam bile, belki kafamdaki Arabistan o iklim içinde bozulacak; hayalimdeki diyar hakikisine çarpınca kırılacak; bu yüzden kitabımı yazmak, o zaman da yine mümkün olmıyacaktı.”



Diğer örneğimse üstadım

Sezai Karakoç

'tur.



Yanlış bilmiyorsam, Üstadım yurt dışına hiç çıkmamıştır ama görülmesi teklif edilen mekanları emr üzere gönül (kalp) gözüyle görmüş ve sevmiştir.



Böylece bir kanaatimi daha ifşa etmiş oldum; samimiyetimde samimi olarak söylüyorum ki, Üstadımın kalp gözünün açık olduğunu düşünüyorum.



Böyle olmasaydı eğer, “Mursiye'de Tunus'ta Mısır'da / Kudüs'te Mekke'de, Konya'da / Malatya'da Şam'dayız/ Yolları bir urgan gibi / Ayağına sarmış Muhyiddin'iz / Güneş hep arkada biz öndeyiz / Durmamacasına açılmış bir kabiriz / Sulara işlenmiş bir ölüyüz / Duvarlara geçmiş bir diriyiz” dizelerini yazabilir miydi?



Kudüs, Mekke ve Medine üzerine yazdığı metinlerle, kalplerimizde bin türlü fetihlere, telvinlere sebep olabilir miydi Üstadımız?



“Bir mekanı uzaktan sevmek” dedim mi, işte böyle sevmeleri kastediyorum.



Üstadımın izini sürerek hem uzaktan sevmeyi, hem de küçük bir farkla bizzat gidip sevilen mekanları görmeyi arzulayanlardanım.



Rabbimiz nasip ederse, siz bu satırları okurken ben bu arzuyla Kudüs'te olacağım.



Açacağım ki gözümü, Kudüste'yim.


Kapatacağım ki gözümü, Kudüs bendedir.


Buna da dense dense

uzaktan sevmenin yakîni

denir.




#Abdülhak Şinasi Hisar
#Sezai Karakoç
#Kudüs
#Mekke
8 yıl önce
Uzaktan sevmenin yakîni
Ekolojinin ekonomisi ekonominin ekolojisi
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim