|
Yitiğini bulmuş gibi

Mekke, Medine, Kudüs, Granada ile Kurtuba'ya gidişlerim ve İstanbul'a dönüşlerim dışında gördüğüm hiçbir şehir benim kalbimi titretmemiştir.



Ama şimdi, içinde bulunduğum uçak Kazablanka'ya inişe geçerken, kalbimin yine titrediğini hissediyorum.



Gerçek şu ki, ben de akranlarımın çoğu gibi, aynı isimi taşıyan filmi izleyerek Kazablanka'nın varlığını öğrenenlerdenim.



Hani şu, Humprey Bogart, Ingrid Bergman, Claude Rains'in… resmen rol döktürdükleri, 1943'te en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi senaryo dallarında Oskar Ödülleri'ni kapmış olan Michael Curtiz imzalı film…



Bu yolla Kazablanka üzerinden Fas'ı tanıyışım ya da Fas'a tanıklığım ise, benim ve elbette benim gibilerin “zorunlu modern” oluşlarının sabit (ve mahçup edici) bir belgesi gibidir aynı zamanda.



Şundan ki: Öncelikle Fas, daha Hicri birinci yüzyıl biterken İslam'la tanışmış bir beldedir.



Fas, aynı zamanda Müslümanların Avrupa'ya girdikleri ilk kapılardan biridir ki, bu girişte Araplar kadar, Fas'ın yerlisi olan Müslüman Berberiler'in de çok gayretkeş oldukları malumdur.



Öte yandan Fas, bu kez tersinden, Endülüs'teki Katolik Engizisyon'un vahşetinden kaçan Müslümanların da ilk sığınağıdır.



Endülüs Müslümanları'nın tahliyesi nedeniyle kurduğu ilişkiyi saymazsak, Osmanlı'nın Fas'la asıl resmi bağlantısı Cezayir'e yerleşmesiyle birlikte başlamıştır.



1606'da Mustafa Sulhi Ağa'yı elçi olarak Fas'a gönderen Osmanlı, Sultan Sidi III. Muhammed zamanında da Fas'tan gelen elçileri kabul etmeye başlamıştır (1757).



Sonrası malum. İspanya ve Fransa'nın sömürgeci tahakkümleri ve Fas'a ancak 1956'da erişebilen bağımsızlık…



Osmanlı'nın Fas'la (küçük çaplı politik krizler dışında) önemli bir problemi olmadığı gibi, Türkiye'nin de önemli bir problemi olmamış.



Dolayısıyla bizler olumlu duygular, sıcak kanaatler eşliğinde, Fes şehrinin bir zamanlar Fas'a başkentlik etmesi (ve bu şehri 1554 yılında dokuz ay gibi bir süre hakimiyetimize almış olmamız) nedeniyle, Arapça tam adı El-Memleke El-Mağribiyye'ye Fas demeyi sürdürmüşüz.



Öte yandan, yukarıda da belirttiğim gibi, şu verdiğim kısa bilgilerin neredeyse hepsinden (Kemalist eğitim nedeniyle) habersiz bırakılanlar olarak, uzunca bir sure Fas'ı Kazablanka filmiyle bilmeyi yeterli görmüşüz.



Bugün ise, aidiyet kurmada geç kalmışlığın verdiği mahçubiyetle ve ancak son yirmi yılda belleğimde yer edinen (kısaca “ruhmuzun mimarları” olarak tanımlayabileceğim) onlarca arifin ve alimin ismiyle vasıl oldum Kazablanka'ya.



Kazablanka Havaalanı'nda, 12 kişiden oluşan küçük kafilemizle uzun (ve gereksizliği nedeniyle çok sıkıntılı) bir bekleyişten sonra, dışarı çıktığımızda sicim gibi yağan bir rahmetle karşılaştık. Fes'e kadar (yaklaşık 4 saatlik yol boyunca) devam eden rahmetin altında, yer yer Atlas Okyanusu'nun sahiliyle paralel olarak süren engin bir düzlüğün, zeytin ağaçlarıyla artan serinliğindeki yolculuğumuzu, genç ama bilgi yüklü rehberimiz Kazım Yiğit Angın'ın sakin bir tonlamayla anlattığı Fas tarihinin içinden geçerek tamamladık.



Şimdi işimiz sırasıyla Fes, Meknes, Rabat, Kazablanka ve Marakeş'i gezmek.



*


Fas, İslam'la tanıştığı Hicri birinci asrın sonlarından itibaren, Endülüs'le de etkileşim içinde büyük fakihlerin, müfessirlerin, münevverlerin ve felsefecilerin yetiştikleri bereketli bir mekan haline gelmiştir.



Ben yine kendimi zamanımla sınırlandırarak, İsviçreli Titus Burckhardt (Sidi İbrahim ö. 1984), Muhammed Abid el Cabiri (ö. 2010) ve İskoç Ian Dallas'ın (Abdülkadir Es-Sufi'nin) isimlerini zikredersem söz konusu bereketin, doğrudan yeni zamanlara nasıl yansıdığını ifade etmiş olacağım gibi, yine o bereketin bu üç isim üzerinden (İslam dünyasının başka yerlerinde bir örneği daha görülemeyecek şekilde) nasıl bir batini ve zahiri dengeye isabet ettiğini de söylemiş olurum.



Yukarıda kalbimin titremesinden söz etmiştim. Zikretmediğim ve zikrettiğim isimler üzerinde düşününce anladım ki, buna neden olan tek başına Kazablanka değil, Fas ülkesinin (el-Mağribiyye'nin) tamamıdır.



Fas, İslam olarak adalet içre muktedir olmayı, İslam üzere bir kültür üretmeyi, zaferlerin en yetkinini ve mağlubiyetlerin en acısını tatmayı öğrendiğimiz mekanıdır.



Dahası Fas, İslam olarak geçmişteki yaşadıklarımızı doğru anlamada, Batı'yla teması doğru niyetler ve istikametler üzere kurmada, küllerinden yeniden doğmada bir laboratuvar hükmündedir.



Bu nedenlerle Fas, yitiğini bulmuş bir ihtiyarın sevincini en doygun şekliyle yaşayabileceğimiz yerlerden birisidir.



Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul, Granada ile Kurtuba'ya ilaveten, kalbimin baş köşesine kurularak, onu titretebilmesi bundandır…




#Mekke
#Medine
#Kudüs
#Granada
#Fes
#Meknes
#Rabat
#Kazablanka
#Titus Burckhardt
#İslam
8 years ago
Yitiğini bulmuş gibi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi