|
Türkü sözlerinin şiir değeri I

Edebiyatçılar ve eleştirmenler şiir tahlili yaparken genellikle sözlü kültür unsurlarını ihmal etmişler; hele bu bir türkü sözü ise onu şiir bile saymama gibi haksız bir tutum içinde olmuşlardır. Böyle olunca da iş folklorculara kalmış; onlar da tabii olarak türkülerin doğuş ve yayılışı, söyleniş biçimleri, hikâyeleri, makamları, çalgıları, eşlik eden oyunlar, yöreler arasındaki farklılıklar ve benzerlikler gibi “folklorik” özellikleri üzerinde durmuşlardır.

Oysa müzik eseri olduğu kadar bir edebî eser de olan türkü sözlerinin şiir değeri üzerine edebî tahliller yapılmadan, milletimizin bu ayırt edici kültür ürünlerinin gerçek gücünü ve kültür hayatımızdaki yerini tam belirlemek mümkün değildir. Bu tür edebî tahliller ise hemen hiç yapılmamıştır. Kültür, sanat ve edebiyat dergilerimizde bırakınız türkü tahlillerini, artık edebiyatımızın en büyük şairlerinin şiirlerine dair bir tahlile bile rastlamıyoruz. Eleştiri yok diyoruz; yok, çünkü tahlil yok. Prof. Mehmet Kaplan’ın hikâye ve şiirleri tahlil edişi, mükemmeliyetçilikten doğduğunu sandığımız bir kaygıyla ve yer yer de haklı olarak bazı şair ve yazarlarca eleştirilirdi. Bugün onları da mumla arıyoruz.

Türkünün şiir olarak tahlili yapılmayınca, onları anlama çabası hikâyeli türkülerin hikâyelerini anlatma çabasıyla sınırlı kalmıştır. Bu hikâyelerin bir kısmı da maalesef, çoğu iyi niyetli folklorcularca uydurulmuş ya da yakıştırılmıştır. Oysa bu, kültür tabiatımızın dağlarında kekik mesabesindeki türkülerimizin adeta genetik şifreleriyle oynamak kadar tehlikeli ve kaçınılması gereken bir müdahaledir.

Hatta derlemeciler yahut okuyucular tarafından türkü sözlerinde tahrifatlar bile yapılmıştır.

“Mızıka çalındı düğün mü sandın

Al yeşil sancağı gelin mi sandın

Yemen’e gideni gelir mi sandın…” türküsünde ata binmiş, düğün alayının önünde giden gelin ile süvarinin taşıdığı sancak birbirine benzetiliyorken, “al beyaz bayrağı gelin mi sandın” biçiminde tahrif edilerek okunuşunda bu benzetme yok olmaktadır. Oysa ancak “al-yeşil sancağı” bir gelin sanabiliriz çünkü gelin duvağının bir yüzü al, bir yüzü yeşildir!

Yine her türkünün mutlaka bir hikâyesi olması gerektiği zannedilmiş, bu yanılgı da türkü sözlerinin bir tür basit manzum hikâye metni yerine konularak küçümsenmesine sebep olmuştur.

Hikâyeli ve yansılamalı (taklide dayalı) türküler, türkü hazinemizin ancak mütevazı bir sandığıdır. Türküleri bu türden ibaret göstermek ise, onları, basit, taklide ve tahkiyeye dayalı ilkel bir müzik türü gibi görmek isteyenlerin işine yaramıştır.

Türkülerimizin çoğu yalnızca taklit ve tahkiyeden değil; belki ondan çok, poetik yaratma sürecinin ana unsuru olan “soyutlamadan” doğmuş gerçek sanat eserleridir. Pek çok türküde son derece özlü, süzülmüş bir anlatım söz konusudur. Kelime tasarrufu prensibinin uygulanışı -ki şiirimizin en temel disiplin unsurudur- türkülerde zirveye ulaşmıştır. Eskilerin sehl-i mümteni dediği, gerçekte karmaşık ve uzun bir konunun, çok kısa, özlü ve kolayca söylenmiş izlenimi verecek şekilde anlatılması sanatı da türkülerimizin tanımlayıcı özelliklerindendir. Kelime işçiliği ve imaj sıçramaları ise modern Türk şiirinin günümüzde Sezai Karakoç sonrası ulaştığı yüksek seviyenin büyük örnekleriyle karşılaştırılabilecek kadar gelişmiştir.

Türkü metnini manzum hikâye sanan birçok kişinin, kafiyeye hazırlık ve dolgu malzemesi olsun diye kullanılmış olabileceğini iddia ettikleri ilk bir ya da iki mısra, iddianın tam aksine çoğunlukla saf şiir mısralarıdır. Hatta çoğu türkü için, bugün modern şiirde imaj sıçraması dediğimiz ve yalnızca büyük şairlerde görülen bir söz sanatının çarpıcı örnekleridirler.

Sözünü ettiğimiz hatalı görüşe göre meselâ,

“Karpuz kestim yiyen yok

Halin nedir diyen yok

Ayrılık gömleğini

Senden başka giyen yok” dörtlüğünde “konu”, ayrılık ve gurbettir ve girişteki “karpuz” meselesinin konuyla hiç ilgisi olmayıp söze hazırlık olsun ve kafiyeyi tamamlasın diye söylenmiştir. Oysa ayrılıktan ve onun sonucu olarak yalnızlıktan “derin” biçimde söz eden asıl mısra, girişteki bu mısradır. Çünkü karpuz, meyvelerin en büyüğü olup “paylaşılmadan” yenmesi mümkün değildir. Zaten kültürümüzde birlikte yemek esastır. “Bir fındığın içini / Yar, senden ayrı yemem” diyen Giresun türküsü, paylaşma ölçüsünü zirveye taşımıştır adeta. Ancak, yalnızlığı, paylaşacak dostun yokluğunu vurgulamak için seçilecek en isabetli meyvenin karpuz olduğu kesindir. Önünde kesilmiş karpuz dilimleriyle insan, yalnızlığının adeta elle tutulurcasına somutlaşıp yıkıcı bir kuvvete ulaştığını duyar ve görür.

Türküde geçen bir kelime, ses, anlam, çağrışım ve ölçü gibi bakımlardan öylesine isabetli bir biçimde kullanılmıştır ki, biz artık o kelimeyi başka bir yerde ve başka bir biçimde hemen hiç kullanamayız. Çünkü o kelime, anlam ihtiva etme kapasitesi bakımından en yüksek bir verimle kullanılmıştır.

“Kara erik çağala

Ye ki ömrün çoğala”

Sevgilisinin çok genç ve esmer olduğunu ve onu sevmenin, onunla birlikte olmanın ömre ömür katar; hayat bahşeder gibi büyük mutluluk verdiğini anlatan üç kelimelik inanılmaz yalınlıktaki mısralardan kurulu bu Elazığ türküsü, günümüz modern Türk şiirinin eriştiği büyük tecrübe açısından bakıldığında bile saf şiirdir.

(Devam edecek.)

#Şaban ABAK
#Şaban ABAK yazı
#yeni şafak yazar
9 yıl önce
Türkü sözlerinin şiir değeri I
MHP"de Mansur Yavaş"ın çıkışı
İstikbal köklerde
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…