|
"Matbuat"ta değişim, nasıl oldu?

Son günlerde, basınımızda, bir yazar ve gazeteci kıyımı başgösterdi. Yüzlerce gazeteci, sermayenin el attığı ve holdinglerin tekeline giren "bir kısım medya"dan atılıyor, kaderi ile başbaşa kalıyor. Buna da Gazeteciler Cemiyeti ile Basın Konseyi seyirci kalıyor.

Bizi üzen durum budur. Çünkü, bu basın, şimdiye kadar sürekli aynı nakaratı tutturmuş ve merî yapının borazanlığını yapıp, sürekli irtica ve dinsel değerlerle uğraşıp "tek parti-tek sulta" zihniyeti ile sürüp gelmiştir.

Gazetelerin genel yayın müdürleri kadar sermaye çevreleri birtakım "direktif"ler ile bu noktaya gelmişlerdir. 1940''lı yılları hatırlayalım, ve Nadir Nadi''nin şu itirafına dikkatleri çekelim:

"Refik Saydam... doğrudan doğruya bize direktifler vermek, yazılmasını istediği şeyleri yazdırmak, yazılmamasını uygun bulduğu hususları da yasaklamak maksadıyla basın toplantıları yapardı. Hiç unutmam bir gün benim de bulunduğum böyle bir toplantıda bir meseleyi kendi düşüncesine göre uzun boylu açıklamış, ''şurasını şöyle, burasını böyle yazarsınız'' gibilerden birtakım direktifler verdikten sonra: ''-Anladınız mı?'' diye sormuştu. (...) Bununla beraber bir müddet sonra punduna getirip bir hiç yüzünden gazeteyi kapatmayı da unutmadı." (1)

Ellili yıllara gelindiğinde, durum pek farklı değildi. O zaman da "basın"da süren "diktacı sulta" hükmünü icra ediyordu. İktidara gelenlerin "demokratlık"tan pek fazla bir nasibleri yoktu. Onlara da "gericilikle mücadele"de akıl hocalığında bulunurken, onların dikkat çektiği hususlar "komünizmle mücadele"den geçiyordu. Fakat korkulan, yine "gericilik"ti, ki bu durum bile, her dönemde basının sermayesi "gericilik" olarak önümüze çıktığını gösterir:

"Evet bugün gericilik henüz olanca azgınlığı ile hortlamamış ve memlekette bir 31 Mart vakası, yahut bir Şeyh Sait isyanı çıkmış değildir. Çok şükür bir ikinci Kubilay hadisesi de görülmemiştir. Fakat İçişleri Sayın Bakanı (Halil Özyörük) bizden daha iyi bilmelidir ki, hükümet etmek, bir bakıma, basiret göstermek manasına gelir. Gericilik alır yürür de asayiş bozulursa çaresine bakarız, dememelidir. Hazır vakit geçmemişken gericiliğin cesaretini kıracak tedbirleri almalıdır." (2)

Elbette hükümet, o dönemlerdeki başbakan ile içişleri makamlarının pek bir etkinliği olmamış olacak ki, Türkiye ihtilale doğru adım adım yürümüş, ne "özgürlükler"i ve ne de "demokrasiyi" yerleştirebilmiştir. Hüseyin Cahid, ki 31 Mart''tan beri aynı nakaratı terennüm ediyordu.

Hakkında Nadir Nadi''nin "Küfre ve iftiraya tenezzül etmez, bayağılığa düşmez, fakat karşısındakileri kalemiyle delik deşik etmesini bilirdi" dediği Hüseyin Cahid Yalçın, 82 yıllık ömründe "hürriyet hürriyet" diye diye vefat ettiği 18 Ekim 1957''den on beş gün önce "Ulus"ta yazdığı "Zulûm diyarı" başlıklı son başmakalesini şöyle bitiriyordu:

"...Adlî teminat nerede kaldı? Hür gazeteciler hapishanelere yerleşti. Açlıktan ve kıtlıktan değil de yokluktan hem bugünkü halk ikence içindedir. Hem gelecek nesil cılız, kansız ve raşitlik olmaya mahkum bulunmuştur."

"Fakat bizce en büyük suç, hürriyetimize karşı planlı, devamlı ve azimli bir halde yapılmakta olan suikasttır. Türk milleti haklarına sahip olursa herşeyin çaresini düşünebilir ve bulur. Evvelâ memleketin hakkını ve namusunu sahte demokratların pençesinden kurtarmak lazımdır. Ve bugünkü imkanlar dairesinde yapılmakta olan mücadele mevcut kanunların bıraktığı hudutlar içinde bir kurtuluş harbidir. Zafer Türk milletinin olacaktır. Ve memleket yakında kurtulacaktır. İşte Türk milletinin çoğunluğunu zalimlere karşı birleştiren kudret bu imandır." (3)

Bu zevat, bir "özgürlük" istiyordu. Görüntüde, hoş bir şeydi bu, amma, "kendilerine yar olan bir hürriyet"ten öte bir "özgürlük"ten nasibleri yoktu. Çünkü, özgürlük onların tekelinde idi:

"Fikir özgürlüğü sloganı altında Atatürk ve devrim düşmanlarına meydan boş bırakılmakta, ilerici güçler baskı altında ezilmek istenmektedir."

...................

"Yaşamda her şeyin oranlı olduğunu da unutmayalım. Atatürk''e kıyasla şair Mehmet Akif gerici değil, tutucu idi. Devrimlerden hoşlanmıyor, 1920 düzeninin devamını istiyordu. Bugün Akif zihniyetini temsil edenler düpedüz gericidirler. Zira arada koskoca bir devrim yapılmış ve 1920''lerin Türkiyesi bir daha geri gelmemek üzere artık dün olmuştur. 1968 Türkiyesinin tutucuları, bundan 40 yıl önce başarılmış sosyal devrimleri yeter bulan, daha öteye geçmekte duraksıyanlar olmak gerekirdi. Düşün planında Atatürkçü geçinen bu emekli devrimcilere biz Atatürk''le çoktan bir ilişkileri kalmadığını söyler, Atatürkçülüğü 40 yıl öncesinden kalıpları içinde dondurmaya çalışmakla Türk milletine daima ileriyi göstermiş olan büyük önderin izinden ayrıldıklarını hatırlatırdık."

"Ama nerede o günler!.. Sayın çıkar politikacılarımızın gayreti sayesinde 1968''in gericileri Türkiye''yi Atatürk''ten öylesine koparma çabasındalar ki onlara kıyasla 1920 tutucuları şimdi gözümüze birer devrim kahramanı görünmektedir." (4)

Bugün de 35 yıl sonra, aynı senaryo ile, aynı "tutucu zihniyet" sürüp gidiyor ki, "bir kısım medya"nın sermayesi, yine "irtica"dır ve sermaye çevreleri, "basın emekçilerini" bir kalemde sokağa atmaya güçleri yetmiştir. Değişen sadece bu!

(1) Nadir Nadi, Basın bir bağdır, 15/6/1950, Uyarılar, İstanbul/1981, 3. bası, sh: 19-20

(2) Nadir Nadi, Var mı yok mu? 24 Mart 1951, Uyarılar, sh: 54

(3) Ulus, 6/10/1957, Nakleden: Hilmî Yücebaş, Büyük Mücahid Hüseyin Cahid, İstanbul/1960, sh: 128

(4) Nadir Nadi, İleri geri, 10/4/1968, 27 Mayıs''tan 12 Mart''a, İstanbul/1972 (2. bası), sh: 388

23 yıl önce
"Matbuat"ta değişim, nasıl oldu?
Mesele baraj değil, sen hala anlamadın mı?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…