|
İrtica yok; bir gariplik var! (1)

Her şeyden önce bu irtica işini ilkokul düzeyinde tekrar formüle edelim ve hatırlayalım: Efendim şöyle. Türkiye henüz -Nazım Hikmet''in söylediği gibi- “Dörtnala gelip uzak Asya''dan / Akdeniz''e doğru uzanmış bir kısrak başı gibi” küçük bir ülke değilken, yani Avrupa''nın geniş ovalarında yayılmışken, kıtalararası denizleri birer “iç göl” haline getirmişken taşıdığı ruhu ve toplum psikolojisini taşıyamaz oldu. İmparatorluk çöktü. Onun ruhu da çökmek zorundaydı. Çökmekte direndi. Hep öyle olur. Ruh kolay ölmez. Nadiren de “HEP” yaşar. Ama ne oldu. Çökerttiler o ruhu. Kim çökertti? Müstevliler. Kim? Gâvurlar. Yani “Gâvur” olmaktan, Türkiye''nin Batılaşma ayranını kabarttıkları ölçüde “kurtulan” Osmanlı zayıfladıkça “kurtulan”, Tanzimatlar, Islahatlar birbiri peşi sıra geldikçe “kurtulan” Avrupalılar ve onların Osmanlı topraklarında mukim dindaşları.

Adına “Kurtuluş” dediğimiz savaşla gerçekten paçamızı zor kurtardık. Memleketimiz, yani Nil''den Tuna''nın yukarı topraklarına kadar, Atlantik kıyılarından Hindikuş Dağları''na kadar yayılmış imparatorluk çöktü. Hindikuş Dağları''nda, ateş püsküren Rus mitralyözlerine karşı atını dörtnala sürüp intihar eden o tuhaf yürekli Osmanlı subayı (Enver) bu çöküşün trajik bir doruk noktasıdır. Mitralyözler o sabah o dağın eteğinde bir subayı atıyla birlikte durdurmadılar; kendilerine doğru tarihin derinliklerinden kabarıp yükselen bir fırtınayı, tam yedi yüz yıl sonra delik deşik ederek durdurmayı başardılar!

Herkes Enver Paşa''nın nasıl şehit düştüğünü okusun. Mitralyöz ateşine karşı at sürdüğü, vücudunda yüzlerce delik açıldığı halde atıyla birlikte mitralyözlerin yakınına kadar varmak (varınca ne olacaktı ki!) iradesini dipdiri taşıyan o henüz otuzlarındaki genç subayı tanısın.

Türkiye''nin gerçek gücünün bu ruhtan kaynaklandığını biliyorlar. Memleketimizi, ruhuyla birlikte alaşağı ettiklerini düşündükleri yıllarda başka bir Osmanlı subayı çıktı ve kalan topraklarımızı korumayı büyük bir kahramanlık göstererek başardı. Hindikuş Dağları''nda o garip, cesareti de aşan o tuhaf ölümle ölen subayın arkadaşıydı. Geldiler. Şunlar şunlar olacak dediler. Madem bir çılgınsınız, madem ki bu memleketi sizden söküp alamayacağız, o zaman bari şunları yapın dediler. İşte var olmamızı o yıllarda kolaylaştıran, kurtarılan memleket toprağını bayındır hale getirmemize ses etmemeleri karşılığında kabul ettiğimiz projenin adıdır “çağdaşlık.” Devrimler dayatılmıştı bize. Kabul ettirilmişti.

Kabul ettiğimiz bu paketin içindeydi “İrtica tehdidi.”

Bilmem anlatabiliyor muyum? Açıkça söylemek lazım ki bu korku Türkiye''nin, Türk insanının öz korkusu değildir. Olamaz böyle bir şey. Bu toprakların ilk büyük modern şiiri “Süleymaniye''de Bayram Sabahı”dır. Ağız tadı taşır. Damak tadı taşır. Ama bu gün öyle bir duruma geldik ki damak tadımız kalmadı. Tadımız da kalmadı. Türkiye şizofren oldu. İkinci karakteri birinci karakterinin bir özelliğinden ürküyor, korkuyor, ürperiyor. Bu inanılmaz bir alacakaranlık hikâyesi.

Ruh gerçekten çöktü, evet. Eski büyük ruhun zerresine, kalıntılarına bile tahammül yok. Ki gerçekten şu anda Türkiye''deki İslam ve İslam algısı, bir kalıntıdan başkaca bir şey değil. Bu günkü mahafazakârlığa baktığımızda şunu düşünüyoruz: İslamî değerler bir ağaç sandıkta saklansaydı herhalde daha canlı kalırdı. Daha gerçeğine benzer kalırdı.

Devam edeceğiz…

18 yıl önce
İrtica yok; bir gariplik var! (1)
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak