|
Hatırlıyorum...

Salah Birsel''in “Goethe''nin Hayatı” kitabını okuyordum. Hayatı bitmiş, ölümüne gelmiş sıra. Goethe ellerini çıkarıyor ve alnı kırışıklıklar içinde, zorlukla sağ elinin işaret parmağıyla battaniyenin üzerine şu harfi çiziyor: “W” Bunun anlamı nedir acaba. Goethe bunu hiçbir zaman açıklamayacaktır. Hiçbir zaman derken, yani ömründen geriye kalan iki gününün sonuna kadar ve son olarak da şunları mırıldanacaktır: “Biraz daha ışık lazım, pencereyi iyice açın.”

Siz onun Werther''ini okudunuz mu?

***

“Uyanışlar” filminin bir sahnesiydi. Robert De Niro spastik mi ne işte, bir illetle sakat bir vaziyette, bir hastanede bulunuyor. Bir gün kızın biri çıkıp geliyor. Gelişi Robert''in ailesi tarafından tezgâhlanmış olması lazım; Robert''e dans öğretecek, onunla dans edecek ve moral verecektir. Yalnız, geçen günler ikisini birbirine yaklaştırır. Zamanla spastik Robert de Niro''nun içtenliği güzel kızı etkiler. Ancak yeterli karşılık yoktur Robert''a. Aşk spastik bir ayak sürçmesi değil midir; Robert için yıkıldığı yerden kalkmanın bir yolu daha yoktur. Bunu kız da görür, ürker ve teslim olur. Özürlü Robert, artık hastalığından sıyrılmıştır. Kolları, bacakları ve bütün vücudu büyük bir uyuma ulaşmış, gereksiz yere sallanmaktan vazgeçmiştir artık. Hastalık, aşkın sarhoşluğuna şahit olmuş, geri çekilmiştir Robert''in üzerinden.

Ancak bir gün nasıl olursa olur - senaristin Allah belasını versin- kızın çekip gideceği tutar! Kararlıdır. Robert bir şey yapamayacağını anlar. Ağzı köpürmeye, elleri ayakları birbirine dolanmaya başlar. Beyni, vücuduna söz geçirememektedir yine. Öyle kendi kendini çeke sürükleye kapıya kadar gider peşinden kızın. Kız uzaklaşmaktadır ve o son bakışı göndermek için bir yerde durup geriye baktığında, Robert''ın yüzünde biriken o gerçekten de histerik, gerçekten yoğun ve ürkütücü gülümsemeyi hiç unutamam. O gülüş, terk ediliş anının bütün görkemini, bütün olağanüstü oylumlarını dehşet içindeki parıltılarıyla aydınlatabiliyordu.

Gery Oldman''ın oynadığı “Beethoven” filminde bir sahne vardır. Yaşlı Beethoven bütün kanatları kırılmış bir vaziyette metruk bir kiliseye sığınır. Kilisenin dev sütunlarından birine yaslanarak dinlenmeye çalışır. O nefeslenirken, bir süre sonra çocuklar gelir ve onu rahatsız etmeye başlarlar. Beethoven''in o sahnede bıkkın, bitkin bir bağırması vardır çocuklara. O sahneyi hiç unutamam. Tam bir görkemdir o sahne. Saf şiirdir.

***

Ken Kessey, soylu kanattan bir Beat''ti. Bir ara Texas''ta mı nerede bir çiftlik alıp bütün Beatçi yazar-şairleri kendi çatısı altında toplayacaktı. Sonra tutmadı. Ama çiftliği daima o sözü edilenler için açık kaldı. Kendisinin enfes bir romanı vardır. Guguk Kuşu. Hiç gördünüz mü onu? Bir kere de mi okumadınız? Peki filmini gördünüz mü? DVD''miz varsa (ki benim var) alalım o filmi bir zahmet ve dünyayı hiç değilse bir süreliğine kulağımızın arkasına yedekleyerek oturalım, seyredelim şunu. Bize yakışan bir şey.

17 yıl önce
Hatırlıyorum...
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?