|
King Kong aramızda!

Onu güpegündüz sınıfın ortasında gören öğrencilerin, görür görmez dehşete kapılmalarını kimse bekleyemezdi. Çünkü insan bilinci böyle durumlarda ilk şokun dehşetini atlatabilmek için -psikiyatrlara göre- en az 20-25 saniyeye ihtiyaç duyardı ve bu saniyeler boyunca bütün normal insani tepkilerinden arınırdı. Nitekim öyle oldu. Ancak dakikalar geçtikten sonra gözlerin akları büyümeye, yuvarlarından dışarıya uğramaya başladı. Ağızlar, kireçleşmiş maskelerin ortasında ağır ağır seyirerek yuvarlaklaşmaya ve garip birer "o" halini almaya başladı. Sessizlik giderek çınlayan bir elektriğe ve sonra da düpedüz insan etine baskı uygulayan somut bir ağırlığa dönüştü. Sınıfın içindeki tek hayat işareti binlerce böceğin normal sessizliğiydi ve açık pencerelerden içeri doluyordu. Öğrencilerin birbirlerinin yüzlerine o bildik "benim gördüğümü sen de görüyor musun!" ifadesiyle bakmaları, neredeyse dakikalar sürmüştü.

Tahtanın ve kürsünün bulunduğu yere doğru yöneldi. Ön ayaklarını masanın üzerine atıp kitapları pençelerinin arasında, sanki kurumuş mısır yapraklarıymış gibi bir çırpıda parçaladı. Kitaplardan arta kalan samanları, burnunun tazyikli fırtlarıyla sınıfın ortasına püskürttü. Büyük bir böğürtüyle masaya saldırıdı. Zavallı DMO suntaları, dev pençelerin arasında bir varlık gösteremedi ve bir iki dakika içinde işe yaramaz tahta, yonga ve klepalara ayrılıp bir moloz yığınına dönüşüverdi. Kıçının kenarıyla sandalyeye vurup onu da unufak etti. Korkunç bir böğürtü eşliğinde rastgele savurduğu sağ pençe, tahtayı sağ üstten sol alta kadar bıçak gibi yardı. Tahtayı daha sonda kollarının arasında kağıt gibi öfkeyle katladı ve dişlerinin arasında öğütmeye başladı. Sonra arka ayaklarının üzerinde gerçek bir dev gibi yükselerek, aralarından tahta parçalarının, kağıtların sarktığı kanlar içindeki sivri azı dişlerini ve karanlık, küçük dili olan bir mağarayı andıran ağzını göstere göstere, dakikalarca gürültü işkencesi yaptı.

Bu kaba, acımasız ve mantıksız şiddet ve önündeki canlının dev biçiminin içinde boğulup kalan böğürtülerin kulak eşiğini parçalayan gürültüsü, Sfenks''i bile yerinden kımıldatabilirdi. Ancak öğrenciler için bu böyle olmadı. Çünkü sinirleri çoktan arapsaçına dönmüş ve kontrolü kaybetmişlerdi. Şimdi kafasına balyozu yemiş buzağılar gibi sendeleyip kımıldanmaya çalışıyorlardı. Kimisi omuzlarını kımıldatıyor, kimisi burnunu çekiyor, kimisi piyano çalar gibi parmaklarını masanın üzerinde titrete titrete kımıldatıyordu. En arka sırada, yaratık kapıdan girer girmez ayağa fırlayan ve öylece kalakalan Sibel''in ise gırtlağı hafif, ürkekçe yutkundu.

Sibel''in ağlaması bilinçsiz bir doğallıkla, bir arkın kaynağından çıkıp yola girmesi gibi jeolojik bir kendiliğindenlikle oldu. Vücudu, taze bir yaprağa apansız çarpan yağmurla titriyor gibiydi.

Sibel, sınıfı başörtüsüyle birlikte, ağlayarak terkettiğinde Kuzey Yarımküre''deki takvimler 1999''u gösteriyordu. Şimdi antropologların ve zoologların önünde, kendi cevabını bile anlamsızlaştıracak kadar çetrefil bir soru duruyordu: Yaratık evrimini ne zaman tamamlayabilecekti?!..


25 yıl önce
King Kong aramızda!
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?