|
Özay Gönlüm...

"Bu gız benim gaderim Yaşasın gayın pederim..." (Özay Gönlüm)

Sanırım TRT zamanlarındaydı. Ben o zaman da bozulmamış ve toprağa yakın yaşamın bir hayranıydım. Her programın sonunda; "Hadi gaari, galın sağlıcakla..." diyen o komik güzel adam için, televizyonun başında kilitlenir kalırdım.

Cuma akşamları mıydı acaba, dev gibi başakların ve onları kaldırmış savurmakta olan bir yabanın oluşturduğu o fonun önünde çıkar konuşurdu. Ellerini -köy muhtarları gibi- kürsünün kenarlarına acemice iliştirir ve çiftçilerin (sanırım Türkiye''nin bütün çiftçilerinin) sorunlarını dile getirir, çözümlerini anlatırdı. Arada bir türkü söyler, yine sorunlara dönerdi. Sonra, bazı yörelerden hasat görüntüleri, şenlikler, halaylı türkülü coşkun bağ bozumu görüntüleri... Adamın ağzı, bizim Karadeniz''inkine çok yabancı bir ağızdı gerçi, ama konuşması o kadar tatlıydı ki; "Şinciiiiiiik.. sevgili çifci gardaşlarıııım..." diye başlamasın, ben iyice keyiflenir, oturduğum yerde kımıldar, dikkatimi yeniden toplardım...

Geçen, burnum yine nereye kısılmıştı bilmiyorum, çocukluğum gözlerimin önünde geçit resmi yapıyordu. O adamı hatırlamıştım. Gidip bir kasetini alayım dedim...

Baktım, "Yarenim" dediği o birbirine bağlı üç saz, konuşup "eskilerden anlatıyorlardı..." Eskinin zamanı, walkman''in kulaklarından içime akıyordu. Sazına gerçekten bir şiveyi konuşturuyor gibiydi Özay Gönlüm. Ona bir yöreyi anlattırıyordu. Onu dinledikçe Ege''nin o güneşli yaylalarında sırtınızı güneşe verebilirdiniz. At çobanlarıyla ıssız kırlarda, tepeden tepeye konuşabilirdiniz. Salça yapma şenliklerine, üzüm bağbozumu şölenlerine katılıp oynayabilir, Efelerin "Hey Heeeeeyyy!" naralarını uzaklardan duyabilirdiniz...

Çocukluk arkadaşı Gürbüz Azak''ın dediğine göre rahmetli, Aşık Veysel''i çok seviyormuş. Lisedeyken, okullarına aynı gün Zeki Müren ve Aşık Veysel gelmişler. Aralarında çıkan inatlaşmayı Özay Gönlüm kazanmış ve Zeki Müren''e değil; Aşık Veysel''e gitmişler. Gürbüz Azak, Özay Gönlüm''ün tartışmayı "Aşık Veysel''i yalnız bırakmak olur mu!" argümanıyla kazandığını da ekliyor...

Belki de olurdu gerçekten. Ancak Özay Gönlüm, toprağı damarlarında taşıyan gerçek bir "âşıktı." Ağzının yapısına bakın: Denizli şivesini, fotoğraflarında bile konuşur gibi durur. Alt dudak, hafif ortaya toplanmış ve ileriye çıkmıştır. Gözleri, tıpkı bizlere söylediği o nefis, halk istihzasıyla sulanmış, dünyanın uzağındaki "kendi-dünyasında" mutlu ve aymaz meseller gibidirler; onlarda büyümemiş bir güleçlik vardır. Bu, Özay Gönlüm''ün taa yüreğinden yakaladığı toprağın insanlığıdır. İnsanın asli toprağıdır. Yani insanın canavarlaşmadan hemen önceki şirin halidir...

Öldü, evet. Allah rahmet eylesin. Yine Gürbüz Azak''ın dediğine göre, "düzgün" bir adammış. Aksi mümkün değildi pek galiba. Söylediklerinden, söylerken içinde bulunduğu duyma atmosferinden, görme biçiminden çıkarabiliyoruz biz bunu...

24 yıl önce
Özay Gönlüm...
Ölümün dört rengi (I)
Kulağıma ne fısıldadım?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar