|
Umut çalışanları ve “BSF” Akademisi

Felsefe, Türkiye'de daha çok "yapılan" bir şeydir. "Edebiyat" da öyledir. Geniş kitlelere mal olmuştur bu iki kavram. Tabana yayılmıştır yani. Ama nasıl? Şöyle söyleyeyim; bu kavramları en iyi minibüs muavinleriyle uzun yol otobüsü sürücüleri anlarlar. Bir muhabbette kafa karıştıracak bir dil oyunu varsa "felsefeyi" orada anında tanır ve teşhis ederler: "Felsefe yapma oğlum!" "Edebiyat yapma lan bana!" "Bana kelime yapma arkadaşım!" "Şekil mi yapıyorsun ya sen?"

* * *

Bu birikim düzeyi Türkiye'de gelişmemiş bir kalp ve kalkınamamış bir duygusallık ortaya çıkarıyor.

Hayat onun için bu kadar kolayca ucuzlayabildi ülkemizde. Felsefeyi ve düşünceyi ancak bu düzlemde algılayabilen Türk milleti, onun için parayla bu kadar çok ucuz romancı çalıştırıyor bu gün. Para karşılığı kalp şiirci çalıştırıyor: Onun için.

Yusuf Kaplan, uzun süredir bu gidişata neredeyse tek başına dur demeye çalışan bir yazar. Amatör heyecanını hiç yitirmedi. Dünyayı uzun süredir görmüyor gözleri. Hâlâ görmüyor. Umurunda değil. Zaten fikrin ve hakikat sevgisinin bu keskin narkozu olmasa dünyamız elbette daha sefil, oylumsuz, büyük güllerinden, büyük düşünce ve sanat çiçeklerinden yoksun kalırdı.

* * *

Neyse. Çok uzun bir süre, bir şehri fethetmeye yetecek enerjiyi yel değirmenlerine saldırarak boşuna tükettiğini düşündüm Yusuf Kaplan'ın. Çünkü umudu kesmiştim ben. Güncel ve dünyevi karşılığı olmayan bütün maneviyatların, gezegen çapında gizli bir kovuşturmaya konu olduğunu düşünüyordum. Sanatın ve düşüncenin, egemen güç odaklarınca sokaklarda, binalarda, üniversitelerde takip edilip zehirli iğnelerle öldürüldüğünü düşünüyordum. Öbür yandan hastalıklı solculuk, batıcılık ve sağcılık tarafından sanata bulaştırılan uyuz, onu sonunda elden ayaktan düşürmüş ve kuytu köşelerde inzivaya çekilmeye zorlamıştı.

Yusuf Kaplan gibilerinin önlerinde; "Sabah-ı şerifleriniz hayrola Don Kişot ekselansları" diye reveransla eğilmek ve geçip gitmek duygusunu hiç yenememiştim.

Sonunda pes etmek istiyorum ama. Umutsuzluk o kadar korkunç bir karanlık ki. O kadar imkânsız ki orada nefes almak. O kadar insansızlık kokuyor ki orası.

* * *

Yusuf Kaplan ısrarla Mevlana Metaforu'ndan bahsediyordu. Hâlâ da bahsediyor:

"Bir ayağımızı buraya sağlam bir şekilde basarak diğer ayağımızla bütün dünyaya açılmak zorundayız. Sadece dışarıya açılmak, yalnızca taklitle sonuçlanır. Sonuçta ortaya özgün bir şey çıkmaz. Sadece içeriye kapanmak da, insanı körleştirir. Buradan da özgün bir şeyler çıkmaz. Ama hem kendi kültürel dinamiklerimize ve ifade biçimlerimize, hem de aynı anda bütün dünyaya açılmak, müthiş bir sinerji üretir..."

Yahu, diyorum ki, son bir şans verelim Yusuf Kaplan tarzı umuda. Son! Bu son!

Yusuf Kaplan İstiklal Caddesi'nde açılan ve İstanbul'un en önemli fikir ve sanat mihraklarından biri olmaya aday görünen BSF'nin (Bilim Sanat ve Felsefe Akademisi) başına getirildi. Önceki akşam Sadık Battal ve Akademi'nin idari başkanı Bilal Arıoğlu'yla birlikte uzunca muhabbet ettik İstiklal'deki binalarında. Bize binayı gezdirdiler. Kurum, sinema ve televizyon işinde özellikle iddialı. Yusuf Kaplan, Türkiye'nin fikir ve sanat hayatına yepyeni bir tarzda müdahale etmeye hazırlanıyor. Akademinin kayıtları şimdiden şişmeye başlamış.

* * *

Yusuf Kaplan'a yürekten başarılar diliyorum. Kendisini ve Sadık Battal'ı Salı günü saat 15.00'te "Haber 7" televizyonunda Kırkambar'a da konuk edeceğim. Bu iki "umut çalışanına" da umuttan bahsettireceğim.

il y a 18 ans
Umut çalışanları ve “BSF” Akademisi
15 Temmuz kontrollü darbe miydi?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim