|
Abdullah Gül röportajı ne söylüyor?

Eski Cumhurbaşkanlarından Abdullah Gül, Karar gazetesinde yayımlanan röportajda farklı güncel meselelerden hareketle durduğu yeri göstermeye çalışmış. Röportajda dile getirilen hususları ayrı ayrı ele almanın anlamlı olmadığını söyleyebilirim. Zira ifade edilen görüşler Türkiye’nin karşılaştığı sorunlara yönelik orijinal bir yaklaşıma işaret etmiyor. Bu röportaj son yıllarda farklı taraflarca benimsenmiş ve adeta ideolojiye dönüşmüş yaklaşımlardan birinin tercih edildiğini gösteriyor. 2016’dan sonra iyice tahkim edilen muhafazakâr muhalefet vizyonunu temsil eden Karar gazetesine konuşması ve dile getirilen görüşler genel anlamda Abdullah Gül’ün durduğu yer hakkında fikir veriyor. Benzer yaklaşımlar eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu tarafından da aynı gazetede dile getirilmişti.

Abdullah Gül, bahsettiğimiz röportajda dile getirdiği yorumlar ile yirminci yüzyıl paradigmasının ürünü Doğu-Batı zıtlığından hareket ettiğini gösteriyor. Bu zıtlıktan hareketle Türkiye’nin Batı ekseninden ayrılmaması gerektiğini belirtiyor. Batı ile birlikte hareket etmeyi Türkiye’nin menfaatinin gereği olarak takdim ediyor ve buradan hareketle bugünkü yönetimi Batı ekseninden ayrılmakla suçluyor. Türkiye’nin Batı ekseninden ayrılma kararını kızgınlıkla, heyecanına yenik düşerek verdiğini söylüyor. Türkiye’nin Batı ekseninden ayrılma kararının yanlışlığını Suriye’de gelinen noktayı örnek göstererek açıklıyor. Ayrıca Suriye’de Türkiye’yi doğrudan sorumluluk makamına oturtarak eleştiriyor.

Bu görüşlerin herhangi orijinal bir bakış açısına işaret etmediğini uzun uzadıya izah etmenin manası yok. Faklı taraflarca dillendirilen ve genel kabul görmüş yaklaşımların konum belirlemek gayesi ile dillendirildiği açıktır. Konuşmacıya yöneltilen soruların muhafazakâr muhalefet yaklaşımını tahkim etme düşüncesinden çıktığını söyleyebiliriz.

Röportajın sonunda Abdullah Gül, AK Parti’nin ilk dönemlerini kastederek dindar insanlar ve siyasal İslam gibi bir zıtlıktan bahsediyor. İlk dönemde dindar insanların herhangi siyasî bir görüşe bağlı kalmaksızın yönetimde bulunduğunu, bu insanların herhangi siyasî bir düşünceye bağlı kalmaksızın hareket ettiğini belirtiyor. Bahsettiği insanlarla birlikte demokrat ve özgürlükçü İslamî kimlikli siyasî hareketler sınıflandırmasını gündeme getiriyor. Abdullah Gül’ün tasnifinin liberal bir dünya görüşüne işaret ettiği açıktır. Bu bağlamda ya da karşıtlık oluşturacak şekilde siyasal İslam’ın çöküşünden bahsetmesi de oldukça anlamlıdır. Aynı şekilde Şehir Üniversitesi ve Bilim Sanat Vakfı hadiseleriyle ilgili bir soruya verilen cevaptaki şu cümle de dikkat çekicidir: “Öte yandan, diğer vakıfların bilahare Bilim ve Sanat Vakfı’na da kayyım tayin edilmesine tepkisini de önemli buluyorum.” Alıntıladığım bu cümle dindar insanlar, demokrat ve özgürlükçü İslamî kimlikli siyasî hareketler ve bunlarla karşıtlık oluşturacak şekilde siyasal İslam’ın çöküşü iddiasıyla oluşturulan bir bağlam içinde anlam kazanıyor. “Diğer vakıflar”la oluşturulan kategorinin tahkim edildiğini söyleyebiliriz.

Röportaj dikkatle tahlil edildiğinde 15 Temmuz’dan sonra iyice farklılaşan siyasî çizgilerin tahkim edildiği anlaşılır. Özellikle KHK eleştirisi ve mağduriyet söylemiyle birlikte demokrat ve özgürlükçü İslamî kimlikli siyasî hareketler tasnifinin belirli bir anlayışa işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu tasnife kimler dâhil oluyorsa onlarla birlikte Batı ekseninde hareket eden bir Türkiye tasavvurunun öne çıkarıldığını söyleyebiliriz.

Abdullah Gül’ün siyasal İslam’ın çöktüğü yönündeki sözleri de yeni bir iddia değildir. Oryantalist külliyat içerisinde bu başlıkla yayımlanmış birçok kitap ve makaleden söz edebiliriz. Hatta bu bağlamda oryantalist yakıştırmaların en ileri düzeyine işaret eden “ılımlı İslam” kavramını da hatırlamalıyız. Hatırlanması gerekli olan diğer oryantalist ve emperyalist yaklaşımlara işaret etmek mümkündür fakat röportajda özellikle siyasal İslam’ın çöküşü ile kastedilenin çok açık olmadığını belirtmeliyiz. Eski bir iddia bugüne taşınmakla yeni bir durum ya da ayrışma tarif ediliyor.

Açıkça ifade etmek gerekirse Abdullah Gül, dindar insanların yönetimde bulunduğu ve bu doğrultuda şekillenmiş demokrat ve özgürlükçü İslamî kimlikli siyasî hareketler tasnifiyle bir bakıma belirli bir dünya görüşünü öne çıkarmış oluyor. Bu tarz bir yaklaşım, özellikle 15 Temmuz’dan sonra gündeme gelmişti. 2010’lardan sonraki derin ayrışmayı da burada hatırlatmak isterim.

Rahmetli Erbakan’ın temsil ettiği hareketin Yeniden Millî Mücadele kökenli ve Batı eksenini tercih edenlerle Erdoğan’ın çizgisini benimseyenler olarak ikiye ayrıldığı bir siyasî ortamdan bahsedebiliriz.

#Abdullah Gül
#Millî Mücadele
#Bilim Sanat Vakfı
#KHK
4 yıl önce
Abdullah Gül röportajı ne söylüyor?
Güzel bir gün nasıl olur?
Kurgulanmış rüyadan uyanmak
Hesap kitap zamanı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek