|
“Biz bize yeteriz Türkiyem”: Türkiye teslim olmadı

Britanya İmparatorluğu’nun, egemenliğini farklı coğrafyalara yaymak ve kalıcı hegemonyalar oluşturmak bakımından diğer Batılı emperyalist devletlere nazaran farklı olduğu üzerinde durulur. Bunu izah ederken liberal demokrasiye atıfta bulunmak adeta bir gelenek hâlini almıştır. Bu sürecin izah edilmesinde özgürlük kavramının kullanılıyor olması Avrupa merkezci tarih anlayışı bakımından yadırganmasa da emperyalizmin askerî, siyasî, iktisadî, dinî ve fikrî baskılarına maruz kalan kıtalar, ülkeler ve toplumlar açısından gerçekliği perdeler. Özellikle 19. yüzyıldan kalma kavramlar gerçekliği daha da karmaşık bir hâle getirmektedir. Britanya İmparatorluğu’nun farkını ya da emperyalizmi Batılı kavramlarla anlamaya çalıştığımızda ya da Avrupa merkezci bir bakış açısının dışına çıkmadığımız zaman bugünü de anlama şansına sahip olamayız.

Özellikle İngiltere ve Amerika, koronavirüsü salgına dönüştüğü hâlde gerekli önlemleri almadılar; İtalya, İspanya ve Fransa örneklerine rağmen salgın karşısında çaresiz kaldılar. Türkiye’nin salgın karşısında etkin çözümler üretmesi ve önlemleri had safhaya çıkararak salgını bir aşamada baskılamasını da karşılaştırmalı olarak yorumlamamız gerekir. Kısa sayılabilecek bir zamanda “devletlerin” ciddî olarak tartışmaya açılması anlamlıdır.

Niall Ferguson gibi kitapları Türkiye’de de tanınan yazarlar Britanya İmparatorluğu’nun hırsızlık üzerine kurulduğunu söyler. 17. yüzyılda başlayan hırsızlık olaylarında korsanlar ön plandadır. Korsanlar İspanya’nın sömürge topraklarından elde ettiği altın ve gümüşlere çökmektedir. İngiliz devletinden izinli olarak bu faaliyetler yürütülmektedir ve elde edilen karlar devletle paylaşılmaktadır. Doğu Hindistan Şirketi’ni de korsan faaliyetlerinin kurumsallaşmış şekli olarak düşünmek gerekir. İngilizler adına faaliyet yürüten şirketlerin aristokrasi ile alakasını görmeden emperyalizmi anlamak mümkün değildir. Aristokrasi koloniler kurarak plantasyonlarda denizaşırı üretimler yaptı. Kolonilerin özgürlüğü ve Amerika’nın bağımsızlığı sürecini de yükselen burjuvazinin rolü ile anlamak mümkündür. Burjuvazinin ticarî serbestlik isteği ile aristokrasinin köleci plantasyonları arasındaki kavgada kazanan daima İngiltere idi.

Bu dönemin doksanlarda yeniden hayat bulduğunu söyleyebiliriz. Aristokratların ve burjuvazinin İngiltere adına dünyaya hâkim olduğu dönemler yeniden gelmişti. Küresel silah ve enerji şirketleri Amerika ve İngiltere adına yeni bir dünya hâkimiyeti sürecini başlattı. Başta İslam dünyası olmak üzere farklı bölgelerin kuvvetli bir direnç üretmesi Batı’nın en büyük açmazıydı. Bugün koronavirüsünden kaçan kraliçenin doksanların başında Ortadoğu petrollerine yeniden çökmek için çok hevesli olduğunu hepimiz hatırlıyoruz. Gerek Amerika ve gerek İngiltere, Blackwater gibi dev şirketler ile dünyayı tekrar ele geçirebileceklerini düşündüler. Bu aslında 19. yüzyıl emperyalizmine dönüş anlamını taşıyordu. Doksanlarda bizim coğrafyada sivil toplum teşkilatlarının pıtrak gibi çoğalmasını aristokrasi ve burjuvazinin sosyal karşılıkları ya da aracı kurumların piyasaya çıkması olarak görmek gerekir.

Otuz yıl uğraşmalarına rağmen Irak’ta istediklerine ulaşamadılar. Bu Suriye için de geçerlidir. Kendi toplumlarına karşı sorumsuz şirketler, toplumları ve milletleri batağa çekti. Küresel şirketler güçlenirken devletler, bu yeni korsanların aktardığı gelirlerle mutlu mesut yaşadı. Sıradan İngilizlerin ve Amerikalıların vergileri, sürekli kazanan ama kendi halkına karşı sorumluluk duymayan şirketleri korumaya ayrıldı. Buna rağmen Irak ve Suriye’de çıplak elleri ile ayakta kalmaya çalışan insanlar çözülmedi. Blackwater gibi cinayet şebekeleri devletlerin yerini aldı. Koronavirüsü salgınından sonra Batı’da devletler ve küresel şirketler tartışmasının başlaması komplo teorisi denilerek geçiştirilemez. Aynı şekilde liberal demokrasinin tartışmaya açılması da anlamsız değildir.

Türkiye’de özellikle 2001 krizinden sonra yerlilik ve millîlik bakımından yeni bir arayışın gündeme gelmesini tesadüflerle izah edemeyiz. Batılı aristokrasi ve burjuvazinin karşılığı ya da temsilcisi olan yapılarla veya daha doğru bir ifade ile küresel şirketlerin Türkiye temsilcileri ile savaşta yerlilik ve millîlik kavramlarının öne çıkmasını süreci anlamak bakımından önemsemeliyiz. Devlet aklı ve millet iradesi buluştuğu için “insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı öne çıktı. Yani Türkiye kendini aristokrasi ve burjuvaya teslim etmedi. Onun için “biz bize yeteriz Türkiyem” devri tanımlayan en güzel ifadelerden biridir.

Batı, Batı’ya yetmedi.

#Batı
#Britanya
#Türkiye
#Koronavirüs
4 yıl önce
“Biz bize yeteriz Türkiyem”: Türkiye teslim olmadı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi