|
Edebî eserlerden hareketle elli yıl hakkında kısa bir değerlendirme

Osmanlı’nın sön dönemine damgasını vuran fikir akımlarıyla cumhuriyet döneminin düşünce hareketlerini birbirinden ayrı değerlendirmek gibi bir alışkanlığımız var. Bunun özellikle İslamcılık için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.



Örneğin Mehmet Akif’in eserleri karşılaştırmalı bir çalışmanın konusu olsaydı İslamî kesimleri etkileyen ve hatta dönüştüren yazarlar hakkında daha sağlıklı değerlendirmelerde bulunabilirdik. Örneğin hidayet romanlarında işlenmiş tip ve karakterlerle Akif’in tip ve karakterlerini karşılaştırmak ilgi çekici sonuçlar doğurabilir. Dönemler hakkında sağlıklı değerlendirmeler yapmak için eserlerin daha başka açılardan da karşılaştırılması gerekir. Aynı dönemde yazılan diğer eserlerle de karşılaştırmalar yapılabilir.

Osmanlı dönemine damga vurmuş fikrî akımlar Cumhuriyet döneminde de varlığını sürdürdü. Devamlılık içinde değişimlerden bahsetmek mümkündür. Aynı zamanda büyük farklılaşmalar da söz konusudur. İslamcılık, dinî hareketler, muhafazakar dindarlık, yeni dinî hareketler gibi birbirinden oldukça farklı akım ve eğilimlerin aynı gelenek içine dahil edilmesi zihnî karmaşa ve fikrî bulanıklık açısından oldukça elverişli bir ortam meydana getirir. Bunun bir dönem sonra kavramlar dünyasında muğlaklık şeklinde tezahür edeceği aşikârdı. Görünüşte bir devamlılıktan bahsedebiliriz fakat meydana gelen değişim ve farklılaşmayı göz önünde bulundurmazsak 15 Temmuz’u izah edemeyiz. Şu ana kadar bu büyük olayı izah etmek gibi bir gayret içinde olunduğunu söyleyemeyiz.

Değişim ve farklılaşmadan bahsettik. Somut bir örnek olması bakımından Seyfi Baba’daki zaman, mekan ve şahıslar ile bazı hidayet romanlarındaki zaman, mekan ve şahıslar birbirinden çok farklıdır. Seyfi Baba’da mekanlara dokunmak mümkündür. Aynı şekilde doğrudan zaman verilmese de şahısların özellikleri ve diğer ip uçları zaman hakkında tahmin yürütülmesine imkân verir. Akif’in tip ve karakterleri “çevre”nin insanlarıdır. Hidayet romanlarında işlenen tip ve karakterler, olayların geçtiği yer ve zamanlarla ilgili olarak aynı kesinlikte konuşamayız. Osman, Ayşe, Feyza, Bilal, Abdullah belirli bir sosyal gerçeklik içinde realist çizgilerle tasvir edilmemiştir. Benimsenen görüşler bakımından da kesin bir fikre sahip olamayız. Hidayet romanlarında gerilim ve çatışma “iman hakikatleri” bağlamında yaşanır. Mekan için de kesin tanımlar yapamayız. “Herhangi bir yer” sosyal çevrenin tanımlanmasını da zorlaştırır. Aynı zamanda bir ilgisizliğe de yol açar.

Benzer bir durumu 1990’ların ikinci yarısı için de söyleyebiliriz. Kişisel gelişim kitapları yayın dünyası üzerinde hakimiyet kurmuştu. Bireyin iç dünyasında yaşadığı ve kişisel bir tecrübe olan acı, mutluluk, keşif ve aydınlanma toplumsallaştırılarak belirli çevreler için hakikat seviyesine çıkartıldı. Edebiyatçılar 1970’li yıllar için farklı şeyler söyleyebilirdi. Örneğin Sovyetler hakkında hiçbir şey bilmediğimizi iki kutuplu dünya yıkıldığı zaman anladık. Aliya İzzetbegoviç’ten haberdar olabilmemiz için 1980’lerin ortalarına gelmemiz gerekiyordu. Türk ve İslam dünyası hakkında gerçekten bir şey bilmediğimizi çok zaman sonra anladık. Herhangi bir kavganın tarafı olmayan bir edebiyattan bahsediyoruz. Cemil Meriç’in ifadesiyle kendimizi ise hiç tanımıyoruz.

Gözleri yaşlarla dolu aşk, esrarlı bir isteme, yüreğinde devlet kurma, gönül iklimi gibi ne tarafa çeksen oraya gidecek cümleler ilk anda şaşırtıcı ve anlamlı gelebilir. Fakat bu cümlelerle fikir inşa edilemez.

15 Temmuz’u anlamak için 1950’lerden sonra kurulan iki kutuplu dünyayı anlamamız gerekir. Aynı şekilde Batı Avrupa ve Amerika emperyalizminin hakimiyet süreçlerini de karşılaştırmalı olarak incelemeliyiz. Post kolonyal dönem olarak adlandırılan 1945 sonrasını anlamak ve tanımlamak için ülke gerçekliğimizle sınırlı kalamayız. Bulduğumuz benzerlikler bizim için anlamlı olabilir. Batı Avrupa ve Amerika’nın üçüncü dünyadaki mirasını ortaya çıkarmak ve bunlarla baş etmek için liberal demokrasinin kavramlarını kullanırsak yeniden atmışların ve yetmişlerin dünyasına öykünürüz. Bu öykünmeyi farklı ideolojik gruplar fazlasıyla yaptı. Oradan da kitleler hâlinde sokaklara dökülmekten başka bir fikir çıkmadı. Gezi’nin farklı bir açıdan izahı budur. Yüz binler sokaklara dökülünce Amerika ve Avrupa’nın kalıntılarının ne kadar önemli olduğunu gördük. 15 Temmuz’da ise aynı kaynaklardan beslenilmediği, farklılıklar ile benzerlikler arasında dağlar kadar mesafe olduğu acı bir şekilde ortaya çıktı. Vatan elden gidiyordu.

2013’ten itibaren Mehmet Akif Ersoy’un ve Arif Nihat Asya’nın şiirlerinin öne çıkması anlamlıdır. Bu şairlerin yerlilik, millîlik ve vatan kavramlarıyla özdeşleşmiş olması boşuna değildir.

#Osmanlı Devleti
#Mehmet Akif Ersoy
#Seyfi Baba
#Sovyetler Birliği
#15 Temmuz
#Arif Nihat Asya
5 yıl önce
Edebî eserlerden hareketle elli yıl hakkında kısa bir değerlendirme
Herkes için 14 kilit mesaj !..
CHP’ye doğru bir cisim yaklaşıyor
Pensilvanya melununun hastalığı kimseyi heyecanlandırmasın
Yaşasın kabak!..
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…