|
İmparatorluk özlemi mi yoksa yeni bir düzen arayışı mı?

Türkiye’nin Libya’dan Kafkaslar’a kadar bir geniş bir alanda yürüttüğü faaliyetlerin Avrupalı siyasîler tarafından imparatorluk özlemi veya arayışı olarak nitelendirilmesini tabiî bir durum olarak görmek gerekir. Oryantalist edebiyatın kirlettiği bir zihniyet biçiminden Türk ve İslam dünyasıyla ilgili hakkaniyetli bir değerlendirme çıkmayacağı açıktır. Özellikle Türk tarihi ile ilgili olarak belleklerine kazınmış korku tekrar gün yüzüne çıkmaktadır. Günümüzde bu bellek yoğun bir şekilde uyarılmakta ve kitleler kasıtlı olarak Türk ve İslam düşmanlığı ile yönlendirilmektedir. Türkiye’nin imparatorluk özlemi ile hareket ettiği yönündeki haberlere de bu şekilde bakabiliriz. Avrupa’da Türkiye korkusu ve düşmanlığı giderek yaygınlaşmakta, Amerikalılar da Avrupalıların bu stratejisini benimsemektedir.

Atlantik’in her iki yakasında pişirilen yeni siyasetin uzun ömürlü olup olmayacağını zaman gösterecek. Oryantalist edebiyatın başarısından söz ediyorsak bunun biraz da Doğu’nun çaresizliğinden beslendiğini kabul etmemiz gerekir. Karşılarında duracak bir güç kalmamıştı. Osmanlı onlar için “hasta adam”dı. İki tanımlama arasındaki farkın dikkat çekici olduğunu görmemiz gerekir. Hasta adam yaşlı ve yorgun bir bedeni çağrıştırırken imparatorluk arayışı genç ve atılgan bir kişi imajından beslenir. Bu ikisi arasındaki büyük fark bir yaklaşım farkını mı gösterir, yoksa bütün tarafları etkileyen yapısal bir değişim mi söz konudur?

Muhafazakâr muhaliflerin de dâhil olduğu birtakım ideolojik mahfiller, Batılı siyasîler ve etki merkezleri tarafından propagandası yapılan “imparatorluk özlemi ve arayışı” kavramını hemen benimsemiş görünüyorlar. Onlar da Türkiye’nin Libya’dan Kafkaslara kadar uzanan alandaki faaliyetlerini Batılı bir gözle değerlendiriyor ve eleştiriye tabi tutuyorlar. Dışarıdakilerin ve içeridekilerin aşağı yukarı aynı kavramlarla konuştuklarını, zaman zaman birebir örtüştüklerini gözlemlemek mümkündür. Bu da içeridekileri dışarının bir yansıması hâline getiriyor.

Türkiye, son zamanlarda başta sağlık ve askerî teknoloji olmak üzere birçok alanda gözle görülür ilerlemeler kaydetmektedir. Bundan yirmi otuz yıl önce hayal edilmesi bile zor başarılara imza atılıyor. Türkiye’nin, bütün insanlığı tehdit eden salgına teslim olmaması, bilakis Atlantik’in iki yakasına kıyasla ileri düzeyde çözümler üretmesi yapısal değişim fikrini güçlü bir şekilde öne çıkarır. İçeridekilerin bu değişimi göremediği açıktır. Bu sebeple Batı’da geliştirilen imparatorluk özlemi ve arayışı kavramı, içeridekiler ve dışarıdakiler için farklı anlamlara sahiptir. Yeni durumu dışarıdakiler bir tehdit olarak görürken içeridekiler hesapsız adımlar olarak görmektedir. İçeridekiler, Türkiye’nin hesapsız adımlarının Batı tarafından cezasız bırakılmayacağına inandığı için kendilerine pozisyon belirlemeye çalışmaktadır. Son dönemde sıkça kullanılan “yerli ve millî” kavramları tanımlayıcı ve yol göstericidir. Değerden düşürülmeye çalışılması da bu kavramların doğruluğuna işaret etmektedir.

Daha geniş bir açıdan baktığımızda Türkiye’nin küresel sisteme ikinci defa müdahale ettiğini görebiliriz. İlkinde Abdülhamit inanılmaz bir gayret sarf etmişti, Enver Paşa’yı da bu gayretin içinde görmek gerekir. Basra’dan Berlin’e kesintisiz bir demir yolu hattı büyük bir hayaldi ve gerçeğe dönüşmesine bir adım kalmıştı. Abdülhamit, Doğu ve Batı arasında bütünlüklü bir coğrafya inşa ediyordu. Bu, elbette Türk ve İslam coğrafyasıydı. Eğer Basra Körfezi’ne kadar uzanan sahaya coğrafî bütünlük kazandırabilseydik yirminci yüzyılın tarihi farklı olurdu. Yüz yıl sonra yine Doğu ve Batı arasında yeni bir coğrafya inşa etmeye kalkmamızın anlamı üzerinde durmak gerekir. Bugün tek merkezden yönetilen bir imparatorluk arayışı içinde değiliz. Bu, geçmişte de böyle değildi. Osmanlı,

hiçbir zaman Batılı ulus devletlerin imparatorluk anlayışına sahip olmadı. Dolayısıyla coğrafyamızda Türkiye gibi güç merkezlerinin ortaya

çıkması oldukça önemlidir. Bu, Doğu’dan ve Batı’dan farklı bir duruma işaret eder.

İslamiyet, yeniden inşa etmek zorunda olduğumuz coğrafyanın fikrî bütünlüğünü sağlamaktadır. Dinimiz, bu coğrafyanın zaafı değil bilakis en zengin güç kaynağıdır. Basra Körfezi’ne doğru koruyamadığımız coğrafî bütünlüğü, Hazar ile Akdeniz arasında inşa etmemiz çok önemli

bir gelişmedir ve üzerinde çokça düşünmeyi gerektirir.

#İmparatorluk
3 yıl önce
İmparatorluk özlemi mi yoksa yeni bir düzen arayışı mı?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi