|
Ufak Tefek Cinayetler ve Kadın

Salı akşamları üç senedir erkek seyircinin hegemonyası altında. Yayınlanmaya başladığı ilk günden bu yana kemikleşmiş bir seyirci kitlesi ile yoluna devam eden Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’a geçen yıl Anne dizisi kafa tutabilmişti sadece. Anne’nin seyircisini hedefleyen, kadın dizisi kategorisinde yer alan iki dizi aynı gün yayına başladı. Ufak Tefek Cinayetler, zenginlik, lüks, entrika sever AB grubu seyirciyi hedeflerken; iki çocuğuyla yaşam mücadelesi veren Kadın total grubundaki seyirciyi hayatın gerçeklerine şahit olmaya davet etti.


Flashback içinde flashback sahneleri ile dikkat çeken, bir cinayet sonrası şahitlerin sorguda anlattıkları ışığında hikayeyi anlatmayı tercih Ufak Tefek Cinayetler’in mottosu “herkes suçlu olabilir”. Herkes maktul herkes katil olabilir düşüncesini desteklemek adına birden fazla cinayetin işlenmesi gerekiyor. Cinayetin ufak tefeği olabilir mi sorusu ancak kasıt adam öldürmek değil, kişinin hayatını çalmaksa parantez içine alınabilir.

Sorgu sahneleri bugüne aitse, liseden arkadaş dört kadının tekrar bir araya geldikleri olay örgüsü yakın geçmişi, lisede yaşanan yalan iftira karışımı göl sahnesi ise uzak geçmişi anlatıyor. Gizem, bilmece çözme üzerine kurulu senaryolarda, uzak yakın geçmiş ayrımının seyircinin kafasını karıştırmamak adına ya başlangıçta yapılması gerekiyor ya da The Affair örneğinde olduğu gibi çok sonradan açığa çıkması gerekiyor.

Hikayeyi ve karakterleri sorgu sahneleri eşliğinde tanıtma tercihi hikayenin içine girmeyi zorlaştırdı. Zenginlik, lüks, yalan dolan, iftira, kıskançlık, entrika sarmalındaki hikayelerin “alıcısı” değilim. 120 dakika ekran karşısında kaldım, üzerine kalem oynatacak ne bir karakter vardı benim nezdimde ne de bir olay örgüsü. Yalanın tatlı küçük sıfatları eşliğinde sempatik kılınmasından sonra cinayetin ufak tefek ikilemesi ile sempatik kılınmaya çalışılması önyargılı oturmama sebep olmuştu. Bölüm sonuna geldiğimde önyargılarımın ne kadar haklı olduğunu tecrübe ettim. Hikaye lisede arkadaşlarının iftirasına uğrayan Oya’nın yıllar sonra doğup büyüdüğü Sarmaşık’a geri dönmesiyle başlıyor. Üç arkadaşı Merve, Pelin ve Arzu evli, mutlu, çocuklu, zengin, “boş” bir hayat yaşarken; Oya idealist bir doktordur ama geçmişin yükünü tüm ağırlığıyla içinde taşımaya devam eden hüzünlü bir kadındır. İftira sonrası okuldan atılmış, ailesini inandırmakta zorluk çekmiş, hayatından vazgeçme noktasına gelmiştir. İntihara teşebbüs eder, kurtulur ama doğurganlık özelliğini kaybeder. Yıllar sonra Sarmaşık’a döndüğünde yaşadığı en büyük şaşkınlık da budur. Kendisi acı çekerken, acı çekmesine vesile olanların mutlu bir görüntü vermesi. Oysa hiçbir şey göründüğü gibi değildir, Oya’nın gelişi ile pek çok şey değişecektir. Değişecek şeylerin ihanet, aşk üçgeni, entrika kaynaklı olması hikayenin geleceği adına umutsuzluğa kapılmama sebep oldu ki oldum olası bu tarz hikayeleri sevememişimdir.

Kadın ise Anne gibi Japon dizisinden uyarlama, aynı senariste ait. Ufak Tefek Cinayetler’de kalabalık kadrosuna rağmen uzayan, mantık hatası olarak değerlendirilebilecek pek çok sahne varken; Bahar isimli genç bir annenin iki çocuğu ile verdiği mücadele üzerine kurulu Kadın, tek karakterin yaşadıkları üzerine inşa edilmesine rağmen su gibi aktı. Senaryoda boşluk olmaması, sahnelerin doğru yerde kesilmesi, başarılı yönetmenlik kadar Özge Özpirinççi’nin su gibi akan oyunculuğu da etkendi.

Bir hikayenin inandırıcı olması, gerçek olmasından yaşanmış olmasından daha önemlidir. Yapılan en büyük eleştiri ajitasyon dozunun aşırılığına dairdi. Böyle hayatlar var mı sorusu soruldu. Bahar, hırsızlık ahlaksızlık yapsa idi, bir kadın ya da anne çocukları için her türlü fedakarlığı yapar önermesi eşliğinde baş tacı yapılırdı. Halbuki Bahar karakteri Japon senarist tarafından bir önceki dizisi Anne’de yer alan Şule’nin antitezi olarak yazılmış. Şule çocuğunu ayak bağı olarak kabul ediyordu, gençliğini yaşayamamasının önündeki en büyük engeldi. Cengiz’e tutkusunun ve bağımlılığının altını besleyen de bu düşüncesiydi. Bahar ise “çocuklarım bana yük değil, onlar için çabalamak bana zor gelmiyor” cümlesi ile ifade ediyor kendini. Gerçek hayat da anneleri birbirinden ayıran, farklılaştıran da bu anlayış; çocuğun yük gelip gelmemesi.

Hem çalışıp hem çocuklarını okula göndermek için çocukları işyerine yakın bir okula kaydettiren, sabahın köründe yokuşu koşarak çıkan, kalabalık belediye otobüsü ile çocukları okula bıraktıktan sonra işe yetişen, ama asla şikayet etmeyen, kendi yağında kavrulmaya çalışan Bahar’ın hayatı kiraya yapılan 50 liralık zammı karşılayamaması ile alt üst olur. Eşyalarının kapının önüne bırakılması ile daha ucuz diye arka mahalleye taşınır, ucuz ama tekinsiz bir mahalleye.

Çocukları ile oynadığı mutluluk ve görünmezlik oyunu pedagojik açıdan sakıncalı. Hangi yaşta olursa olsun, çocuklara, babanız bizi izliyor, ağlarsak yanımıza gelmez diyerek gerçekleşmesi mümkün olmayan bir beklenti içine hapsetmek kısa vadede çözüm gibi görünse de uzun vadede çocuklara zarar verecek bir söylem . Nitekim Lunaparka gidelim ama kimse bizi görmeyeceği için alışveriş yapamayız oyunu, prenses kıyafeti almış okul arkadaşı ile karşılaşınca tuzla buz oldu.

Geçmişle bugünü bir arada anlatma tercihinden dolayı ilk bölümde başına gelmeyen kalmadı Bahar’ın. Uzun süre ile mücadele edebilmek adına Kadın, yan hikayelerle zenginleştirilecek büyük ihtimal ama Anne’de bu konuda ne kadar başarılı olunduğu malum! Yalnız annelerin çektiği çileler başlığı altında toplayabileceğimiz merdivenden düşen puset, çocukların ölüm şakası gibi sahneler sürekli tekrarlandığı takdirde inandırıcılık özelliğini kaybedecektir.

#Ufak Tefek Cinayetler
#Dizi
#Kadın
6 yıl önce
Ufak Tefek Cinayetler ve Kadın
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’