|
Merhabaya muhtacız

Merhaba

Muhtacız bu sımsıcak merhabaya. Gönlü açmak demek merhaba, gönlün sahibi hatırına gönülsüze bile gönlü açmak. Merhabanı almaya gönlü olmayana da, bir gönül sahibi olmayan her bir yaratılmışa da.

Aldığımız her bir nefes göklerin merhabasıdır bize, verdiğimiz her bir nefes göklerce bir merhaba. Yağmur bulutun, çiçek toprağın, zikir kalbin, aşk ötelerin merhabası. Her bir yaratılmış her bir yaratılmışa kendi lisanı haliyle her dem merhaba deyip durmakta.

“Canıma ezelden bir merhaba sundu çeşm-i yâr

Öyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim”

Zaman yoktu, mekân yoktu, söz yoktu, dilsiz dudaksız bir merhaba vardı. “Ben insana ruhumdan üfledim” sırrınca sımsıcak bir merhaba. Güzelle ilk muârefesidir insanın merhaba, ilk muâşakası güzelle…

O güzelliği ‘belî’ iştiyakıyla tadan, burada karşılaştığı her güzeli oradaki güzellikten bir nişan, bir gölge bilenin dudaklarının kıpırtısı, kalbinin emanetidir merhaba.

Ne kadar muhtacız o sımsıcak merhabaya.

Bir sabah uyansa insan, namazın uykudan hayırlı olduğu bir vakitte yüzüne serptiği suya merhaba dese. Alnı secdeye merhaba dese insanın aşkla; gözünden süzülen yaş mescûda merhaba… Aralasa perdeleri sonra güneşe merhaba dese, ağaca, toprağa, havaya, hayata merhaba. Yeniden değil, ilk kez, daha demin, hatta şimdi başlıyormuşçasına hayat. “Her dem yeni doğarız bizden kim usanası” diye mırıldanırcasına. Dudaklarını alnına koysa eşinin, gözlerine koysa çocuklarının, ellerini başına koysa kedinin ve hamd etmeye merhaba dese insan.

Yola revan olsa çoluk çocuğun nafakası diye ve karşı komşuya merhaba dese gözlerindeki ışıltı, yüzündeki tebessümle. İşine merhaba dese sonra, Müslümanlığın kaliteye mecbur olmak manasına geldiğinin idrakiyle sıvasa kollarını. Yaptığı işin ne olduğunu, ne kadar olduğunu umursamadan, bu işi bihakkın yerine getirmenin dünyanın bilmem hangi köşesindeki bir garibin yüzünü güldürmenin bahanesi olduğunun bilinciyle yapsa işini. İstanbul’daki simit tezgahının pırıl pırıl olmasının Türkistan’daki mahzun bir çocuğa tebessüm rayihalı bir merhaba olduğunu bilse insan.

Kendisi gibi düşünmeyene, hayata kendisinin baktığı yerden bakmayana, dönüp yüzüne bile bakmayana merhaba dese insan. “Sen bu merhabanın manasını bilememekte mazursun ben bildirememekle mahcubum” olsa o merhabanın satır aralarında. Kapıları açsa, duvarları yıksa, kilitleri kırsa o gönülden merhaba.

Merhabaya layık tek bir kimse olmadığını fark etse insan. Merhabanın, benden sana zarar gelmez, faydadan başka bir şey gelmez benden sana demek olduğunu fark etse. Merhaba demenin, iki insan, iki varlık arasında ‘sen bana emanetsin ben sana’ sözleşmesinin mührü olduğunu gerçekten bilse!

Kendisine kendisinden daha yakın bir kimsenin olmadığı idrakiyle kendine merhaba dese insan, dost olsa kendine. Fethi Abiye bir Fatiha okurcasına âzâlarına dost olsa. Elini alsa diğer elinin içine ve merhaba dese mesela, sen bana emanetsin ve ben zayi etmeyeceğim emaneti dese. Senin işin helal kazanmak, yetim başı okşamak, fukara doyurmak olsun bundan sonra diye seslense ellerine insan. Kul hakkından, haramdan, incitmekten şu merhabanın hatırına bundan böyle uzak duracaksın, söz ver bana dese.

Diline merhaba dese, dilsizler haberini kulaksız dinleyesi makamından. Dillerin susup azaların anlatacağı günü hatırlatsa diline. Gel seninle kavlükarar edelim, o gün sen de rahat et ben de diye muâhade eylese öz diliyle. ‘Yalandan ırak dur, incitme, gıybet dedikodu yakışmaz sana; güzel söyle, doğruyu söyle, iyiyi anlat, baktın olmuyor dudaklara bir merhaba de susuver’, olsa anlaşmanın şartları.

“Dost yüzünü göremezsem bu gözlerim nemdir benim” derdiyle gözlerine merhaba dese insan. Orada O’nu göreceksen burada görmemen gerekenleri görmemelisin iki gözüm, işin de zor değil üstelik, iki kapağına bir merhaba demen yeter bunun için dese. Başkasının hata kusurunu sen gördükçe, ben kendi hata kusurlarımı görmekten ırak düşüyorum gel seninle ahd ü peyman edelim, içe çevirelim nazarlarını bundan gayrı dese.

Kalbine merhaba dese sonra insan. En sıcak, en samimi, en can yakan merhabayı kalbine saklasa. Sen Hak’tan başkasına mekân oldukça, zikrinden uzak durdukça sevgilinin, ‘selîm’ olmadıkça sen, benim merhabalarımın hiçbir anlamı yok ey kalbim dese. Kalbi, ezelden sunulan merhabayı hatırlayana kadar, ama hayır hatırlamak yetmez, bir an bile unutmayana kadar derinleşse o yakan kavuran murâkabede. Kalp kalp olsa nihayet, insan insan olsa, ‘merhaba’ aradığı öz manasını o insanın kalbinde bulsa ve bu kez bütün kâinat hayranlıkla susarken, merhaba seslense kalp sahibi olan o insana: merhaba.

Bu merhabayı duymaya ne kadar muhtacız.

#merhaba
#murâkabe
#muârefe
2 yıl önce
Merhabaya muhtacız
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset