|
Hedef Ortadoğu"da Neo-Statüko mu?

Amerikan ordusunun Aralık 2011''de Irak''tan resmen çekilmesi Ortadoğu''ya beklenen barışı getirmedi. Bilakis Ortadoğu''da uzun süredir alttan alta devam eden tüm çatışmaların günyüzüne çıkmasını sağladı. İlginçtir yine aynı dönemde Tunus''ta patlak veren ve daha sonra ''Arap Baharı'' adını alacak isyan dalgası Tunus''tan başlayarak Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika hattını derinden sarstı. Dünya enerji kaynaklarının % 65''ini barındıran bu geniş coğrafyadaki statükoyu derin bir bunalıma soktu.

Bir tarafta, İran ve Şii baskısı, diğer tarafta Müslüman Kardeşler nezdinde, Arap halklarının yükselen muhalefeti 1. Dünya Savaşı sonrasında kurulan eski düzenin sahiplerini endişelendirdi. Mısır''da 30 yıllık Mübarek rejiminin sona ermesi, statüko için alarm zillerinin çalmasına sebep oldu. Zira 100 yıl sonra, bölgenin iki ana gücü Mısır ve Türkiye, kendilerini bağlayan prangalardan kurtulmak üzereydi.

Türkiye, yürüttüğü aktif ve ince diplomasiyle bölge diplomasisinde ağırlığını hissettiriyordu. Mısır''da ise Muhammed Mursi, ülke tarihinde demokratik yollarla seçilen ilk Cumhurbaşkanı unvanını elde etmiş, verdiği mesajlar ve duruşuyla, Camp David düzenini sorgulamaya başlamıştı.

Uzun yıllar Doğu Akdeniz''de söz hakkı İsrail''e bırakılmışken, Mısır ve Türkiye bu statükoyu sorgulamaya ve yeni bir düzenin oluşturulması ile ilgili güçlü mesajlar vermeye başladı. Her iki liderin de Filistin Sorunu''nun çözümü noktasında sergiledikleri kararlı tutum büyük güç merkezlerinde ciddi anlamda endişe yarattı. Erdoğan ve Mursi''nin Arap halkları arasında giderek daha da popüler hale gelmesi bu mesajın karşılık bulduğunun göstergesiydi.

Bu iki ülkenin yanına Körfez''in yükselen gücü Katar''ın da eklemlenmesiyle, Ortadoğu''da yeni ve çok güçlü bir eksen ortaya çıktı. Siyasi, kültürel ve ekonomik olarak tüm bölgeyi kucaklayacak böylesi bir birlikteliğin, bölge içi ve dışındaki güçleri rahatsız etmesi kaçınılmazdı.

Bu sürecin ilk kurbanı Mısır oldu. 3 Temmuz 2013 günü Mısır ordusu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi''yi bir askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırdı. Referansını Tahrir''den alan ordu önce Mursi''yi gözaltına aldı. Hemen ardından da İhvan yöneticilerine dönük kapsamlı bir tutuklama furyası başlattı. İhvan yöneticilerini hedef alan kara propaganda faaliyetleriyle desteklenen bu süreçte askeri yönetime en büyük desteği Körfez ülkelerinin vermesi herkesi şaşırttı.

2 yıl boyunca Türkiye hariç hiçbir devlet ve uluslararası kurumdan destek görmeyen Mısır''a adeta para yağdı. Yeni Mısır yönetimini büyük bir coşkuyla selamlayan Körfez Emirleri darbe yönetimini desteklemek için para musluklarını sonuna kadar açtı. Körfez ülkeleri yaklaşık 12 milyar dolarlık bonkör bir kredi açarken, ülkeyi kasıp kavuran benzin kuyruklarının bir günde bitmesi operasyonun boyutlarını gözler önüne seriyordu.

Mısır''daki darbeye paralel olarak, Katar''da da artık saray darbesi mi, yoksa zaten yaşanacaktı diyeceğimiz bir değişim ile Şeyh Hamad bin Sani''nin koltuğunu 33 yaşındaki oğlu, Temim bin Hamad Al Sani''ye devretmesi oldu. Bu değişim ile birlikte Katar''ın, Suudi Arabistan''ın pek de haz etmediği aktif dış politikasının arkasındaki beyin olan Başbakan ve Dışişleri Bakanı Hamad bin Câsim de görevlerinden uzaklaştırıldı. Yeni Şeyh''in iktidara gelmesi ile beraber Suudi Arabistan''ın önceliklerine paralel verdiği mesajlar, yeni dönemde Katar''ı Körfez ülkeleri ile daha yakın işbirliği yürüteceğini gösteriyor.

Bu sırada ise Türkiye, daha da karmaşıklaşan ve artık ABD ile Rusya arasındaki pazarlıkların insafına kalmış bir Suriye problemi ile başbaşa. Türkiye''nin tüm çağrıları/uyarıları uluslararası toplum tarafından görmezden geliniyor. Suriye meselesinin çözüm süreci uzadıkça, hem ülke içindeki çözülecek problem sayısı artıyor, diğer taraftan da insani bir felaketin giderek derinleştiği görülüyor. Türk dış politikasının, yoğun enerjisini harcamasına rağmen, bölge içi ve dışı pek çok aktörün dâhil olduğu Suriye, son dönemde Kürt meselesiyle de birleşerek, çok bilinmeyenli bir denklemi oluşturmuş durumda. Muhalefet ne yazık ki hala anlamlı bir birliktelik oluşturabilmiş değil. Daha da kötüsü, muhalif gruplar arasında çatışmalar da giderek artış gösteriyor. Bu karmaşa arasında ise Esad yönetimi, Hizbullah''ın da yardımıyla Suriye muhalefetine yoğun saldırılara başlamış durumda. Dünya''nın çıkmaz ayın son çarşambası yapılacak (son olarak Eylül ayı telaffuz edildi) Cenevre toplantısına odaklandığı ve o zamana kadar ne hali varsa görsün dediği Suriye''de, an itibariyle iç açıcı bir tablo yok. Türkiye''nin dış politikada önemli mesaisini harcaması gerektiren Suriye meselesine Ortadoğu''daki aktörlerin destekten çok köstek olması da madalyonun öteki yüzünü oluşturuyor. Mısır''da cunta yönetimi, iş başına gelir gelmez, Mursi''nin Suriye ile kestiği diplomatik ilişkileri yeniden tesis ederken, Suud rejimi de selefi gruplara verdiği destek ile, Batılı güçlerin, muhalefete silah yardımı yapmaması için iyi bir bahaneyi de kendi eliyle sağlamış oluyor.

Ortadoğu''da tüm bu gelişmelere paralel, ABD Dışişleri Bakanı Kerry''nin bölgede izlediği yoğun diplomasi faaliyeti ise gözden kaçmıyor. Lakin bu aktif diplomatik faaliyetlerin, ''Arap Baharı'' ile filizlenen ve halklara dayanan yeni düzenden ziyade, eski statükoyu, yeni bir makyajla yeniden diriltme çabasına daha yakın gibi. Suudi Arabistan, Ürdün gibi, statükonun belkemiği ülkelerle yakın temas, Mısır''daki darbeye karşı sessizlik, 25 Ocak devriminden sonraki en yüksek diplomatik ziyaretin devrimden sonra gerçekleşmesi ve son olarak, Cuma günü, İsrail ile Filistin arasındaki barış görüşmelerinin, Gazze meselesi zikredilmeden, yeniden başlayacağına dönük açıklama, ABD''nin bölgede 1993-2000 yılları arasında tecrübe edilen statükoya geri dönüş sinyali verdiğini hissettiriyor. Bu da bizi, ''acaba bölgede kontrollü bir neo-statüko mu oluşturulmak isteniyor?'' sorusuna getiriyor.

11 yıl önce
Hedef Ortadoğu"da Neo-Statüko mu?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…