|
Adalete savaş gölgesi düştü

Türkiye''nin en az "insan hakları", "hukuk devleti" ve "demokratikleşme" kadar acil ve önemli bir "hukuk ve adalet" sorunu var. Yargı sisteminde olağan dışı mahkemeler sürekli hale gelmiştir. Olağanüstü yetki ve usullerle çalışan bu mahkemeler "Bizi bu göreve getirenler böyle istiyor" anlayışıyle, keyiflerince yargılama yapıyor, konjonktöre uygun kararlar veriyor.

Türkiye adalet sorununu ciddi olarak tartışarak bir çözüme kavuşturmadığı sürece, diğer yönetim ve siyaset sorunları çözümlenemez. Adalet, "insan hakları", "hukuk devleti" ve "demokratikleşme"yi de kapsayan ve ahlaki yönü olan bir kavramdır. Adalet ilkeleri ihmal edilince, öteki politik kavramlar ahlaki temelden yoksun kalır ve inandırıcılığını yitirir.

Adaletin egemen olduğu bir devlette, insan hak ve özgürlüklerinin doğumla kazanıldığı kabul edilir. Adaletin olmadığı yerde ise, zulüm hakim olur. Adalet, her alandaki hak ve özgürlük ihlallerine karşı, toplumun tüm kesimlerini koruyan geniş bir şemsiyedir.

Adalet duygusu yok olunca, demokrasi biçimsel törenlerden ibaret kalır. Temsil hileleri ile ülkeyi yönetme yetkisini ele geçiren baskı grupları, devlet otoritesini halkı sindirmek için kullanır. Hukuk devleti, geniş toplum kesimlerinden toplanan yüksek kamu rantlarını egemen sınıflara paylaştırma ve buna karşı çıkanları cezalandırma mekanizmasına dönüşür.

Devletin tüm organları, eylem ve işlemlerinde adalet ilkesine uygun davranmak zorundadır. Ama adaletin devlet teşkilatı içinde sembolleşen temsilcisi mahkemelerdir. Bu nedenle demokratik hukuk devleti anlayışında mahkemeler, diğer organlardan üstündür. Mahkemelere, yasama ve yürütme organları ile idarenin işlemlerini denetleme yetkisi tanınır.

Yargının görevi, yasaları uygulayarak uyuşmazlıkları gidermek ve toplumun adalet duygusunu tatmin etmektir. Yargılamayı yapan hakimler, kanuna ve vicdanlarına göre karar verirler. Kamu adına yetki kullanan yüzlerce görevliden sadece hakimlere vicdani sorumluluk yüklenmiştir. Yargıç, yasaların tanıdığı takdir yetkisini, vicdanının elverdiği yönde kullanabilir.

Yargıçların, yasaları doğru uygulayarak toplumun adalet duygusunu tatmin eden kararlar verebilmesi için, mahkemelerin bağımsız ve tarafsız çalışması sağlanır. Yargıçlara meslek güvencesi tanınır. Tayin ve terfilerinde siyasi etki olmamasına dikkat edilir. Yargıçlar kendilerine tanınan bu ayrıcalıklı konumda, yasaları herkese objektif ve eşit uygulamak zorundadır.

Hükümetler ve devletin diğer organları, belli ölçülerde kişisel çıkarlara hizmet edebilir. Siyasi ve ideolojik nedenlerle hukuka aykırı kararlar alabilir. Öyle ki, bir hükümet, Avrupa''dan gelen baskılar karşısında, Ceza Kanunu''nun 312. maddesinden hüküm giymiş olan Eşber Yağmurdereli, Yaşar Kemal ve Haluk Gerger''i affetmek için yasa tasarısı hazırlayabilir. Hazırlanan bu yasadan sonradan hüküm giyen Şükrü Karatepe ve R. Tayyip Erdoğan''ın yararlanacağı anlaşılınca, tasarıyı geri çekebilir. Ama yargının böyle davranmaya, kişilere göre değişen kararlar vermeye hakkı yoktur.

Devletin yargı dışındaki organlarının, hukuki hataları için yargıya başvurularak, bu hatanın düzeltilmesi istenebilir. Ama yargı kararları kesindir ve mahkeme kararlarına karşı başka makam ve mercilere başvurulamaz. Bu nedenle yargıçlar, yasaları ideolojik ve kişisel çıkarlara göre yorumlayarak insanlara farklı şekilde uygulayamaz.

Ne var ki, Türkiye''de, sürekli hale gelen olağanüstü mahkemeler, yasaları kişilere göre değişik yorumlayarak siyasi ve ideolojik kararlar veriyor. Hak ve özgürlüklerin güvencesi olarak kurulan mahkemeler, gönüllü olarak, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması görevini yürütüyor. İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman''ın değişik vesilelerle belirttiği gibi, "DGM savcıları, sanığın fiiline göre değil, siyasi ve ideolojik eğilimine göre iddianame hazırlıyor."

28 Şubat sürecinde, yargının siyasallaştığı ve mahkemelere siyasi müdahale olduğu en yetkili ağızlarca itiraf edildi. Uzun süre tartışma konusu olan bu durum, mahkemelerin bağımsızlığını ve toplumun adalete olan güvenini sarstı. Ama Uşak Milletvekili Yıldırım Aktürk''ün 13 Mart günü Meclis''te yaptığı açıklamaya göre, yargı bağımsızlığını tehlikeye düşüren gelişmeler bununla sınırlı kalmamış.

55. Hükümet''te İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk''ün hazırladığı, 312. maddede değişiklik öngören yasa tasarısı imzaya açıldığında, Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş devreye girmiş. Başbakan Mesut YILMAZ''a giden Savaş, "dört profesörün R. Tayyip Erdoğan''ın suçsuz olduğu hakkında rapor verdiklerini, ama bunun bir öneminin olmadığını, R. Tayyip Erdoğan''ın cezasının onaylanacağını, eğer 312. madde değiştirilirse, iki sene sonra ANAP yine iktidara geldiğinde 163''ten daha ağırını çıkarmak zorunda kalacağını" söylemiş. Bu uyarıyı dikkate alan Mesut YILMAZ Hükümeti 312. maddede yapmayı düşündüğü değişiklikten vazgeçmiş.

Yargıtay Başkanı Vural Savaş bu hareketiyle, henüz yargılanma süreci tamamlanmadan R. Tayyip Erdoğan''ı mahkum etmiştir. Yasama organını kişilere göre değişen, subjektif yasalar yapmaya yönlendirmiştir. Türk adalet sisteminin en üst makamlarından birini işgal eden bu hukuk adamı, yargının itibarına gölge düşürmüştür.

İki yıldan beri, açtığı davalarla ilgili olarak alışılmadık ölçülerde konuşan, bazı partilere karşı önyargılı tutumuyla, siyasi taraf olduğu izlenimi doğuran Vural Savaş''ın buna benzer ilişkilerinin boyutlarının nerelere uzandığı konusunda toplumda şüpheler oluşmuştur. Yargının itibarına gölge düşmüş, toplumun adalet duygusu incinmiştir. Bu davranışlarıyle tarafsızlığını yitiren Vural Savaş''ın adalet üzerindeki gölgesi, hukuken meşru bir işlemle kaldırılmalıdır. Bunun en uygun yolu, daha vahim skandallara sebep olmadan, kendi iradesi ile görevden ayrılmasıdır.

25 yıl önce
Adalete savaş gölgesi düştü
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi