|
Ecevit ve 28 Şubatçılar cephesi

Refah Partisi''nin 1994 yerel seçimlerindeki başarısından tedirgin olan büyük sermaye, medya, yüksek bürokrasi ve merkeziyetçi çevreler, müşterek çıkarlarına yönelik tehdit olarak gördükleri bu gelişmeye karşı, topluca ANAP''ı desteklemişti. Propaganda görevini üstlenen gazete ve televizyonların oluşturmaya çalıştığı imaja göre, ANAP birinci parti olacak, hatta tek başına iktidara gelecekti.

Bilindiği gibi, ANAP birinci parti olamadı. Fakat hükümet ortağı olduğu dönemde, kendisine seçimde destek verenlere diyet borcunu fazlasıyla ödedi. Buna rağmen ANAP''ın gidişi, ileriye dönük olarak fazla umut verici görülmemiş olmalı ki, aynı çevreler 18 Nisan seçimlerine giderken, kibar bir manevra ile DSP''nin arkasına doğru kaydılar. Bu kez de DSP''nin birinci parti olacağını söylüyorlar.

ANAP tam olarak gözden çıkarılmamış olmakla beraber, DSP''nin desteklenmesi konjonktüre daha uygun bulunuyor. Gazete ve televizyonlar, DSP''nin seçimlerden birinci parti olarak çıkmasını empoze etmek için, Ecevit gibi miadını doldurmuş yaşlı bir siyasetçiyi yeniden keşfediyor. Ecevit her fırsatta yüceltiliyor. DSP''nin oyunu yükseltecek etkenler devreye sokuluyor. Seçimden sonra, Ecevit''in başkanlığında Yılmaz destekli DSP-ANAP koalisyonu kurulmasına şimdiden zemin hazırlanıyor.

Siyaseti dışardan biçimlendiren güçlerin tercihinin, ANAP''tan DSP''ye doğru kaymasının, hem liderlerin kişisel tutumlarından, hem de partilerin dayandığı kitlelerden ve örgüt yapılarından kaynaklanan önemli nedenler vardır. Hükümet üzerinde meclis dışı vesayetin açıkça görüldüğü 28 Şubat süresinde Mesut Yılmaz, çoğulcu bir yapısı olan ANAP tabanını ve örgütünü ikna edebilmek için, çelişkili pozisyonlara düştü; istemeyerek de olsa tutarsız açıklamalar yaptı. Buna karşılık, Rahşan Hanım''dan başkasını hesaba katmak zorunda olmayan Ecevit, daha tutarlı ve istikrarlı bir profil çizdi.

DSP''nin kendi içinde tutarlı görünen bir politika izlemesinde, parti örgütünün zayıf olması da önemli avantajlar sağladı. Aday tesbitinde, ANAP ve DYP''de olduğu gibi, teşkilat içinde huzursuzluk ve kırgınlıklar yaşanmadı. Bay ve bayan Ecevitler, mutlak seçici olarak, kendilerine sadık, parti içinde uyumlu, siyasette fazla yıpranmamış, kişisel olarak oy getirebilecek adaylar buldular. Bu adaylar, seçildikten sonra, örgütlerinden bağımsız çalıştılar; sadece Ecevitler''e karşı vefa borçları olduğundan, diğer partileri sarsan kirli ilişkilerden belli ölçülerde uzak kaldılar.

Ecevitler, 28 Şubat sürecini, partilerini büyütebilecekleri son bir fırsat olarak değerlendirdi. Ecevit az konuştu, merkeziyetçi güçlerle, orduyla, basınla ve büyük sermaye ile uzlaştı. Ağır adam pozlarında göründü; çoğu olup biteni duymadı ve görmedi. Mesut Yılmaz''la uyumlu bir ilişki yürütmekle beraber, yeri geldikçe kendisinin daha tecrübeli ve tutarlı olduğunu ima etmekten de geri durmadı. 28 Şubatçı bloka sadakat göstererek, konjektüre Mesut Yılmaz''dan daha elverişli olduğunu kanıtladı ve "en fazla müsadeye mazhar" olan partilerin baş sırasına yerleşti.

Ecevit''e kısa dönemde yarar sağlayan bu pragmatist tutumu, zorunlu olarak DSP''yi kimliğinden uzaklaştırdı. 1995 seçimlerine gerçek Sosyal Demokrasi''yi temsil ettiğini söyleyerek giren DSP, bugün merkez sağın göbeğinde, otoriter, milliyetçi ve modelist bir üçüncü dünya partisi rolünü üstlenmiş bulunuyor. Partide tek seslilik hüküm sürüyor. Karizmatik nitelikli "şef ile eşi" dışında birinin öne çıkmasına ve görüş belirtmesine izin verilmiyor.

Adının başında "Demokratik" kelimesi bulunan DSP, mevcut pozisyonu yakalayabilmek için çok ince hesaplar yaptı. Örneğin, kendi bakanının meclise getirdiği demokratikleşme paketini rafa kaldırdı. Hazırladığı af yasasında, düşünce suçlarını kapsam dışında bıraktı. Hükümet programında bile "Demokratikleşme"den söz edilmedi.

Ecevit''in sisteme yönelttiği eleştiriler, kendisi o sistemden beslenmeye başlayınca sona erdi. Çürümüş, kilitlenmiş, sürekli kriz üreten sistemden en fazla DSP çıkar sağlıyor. Tarihi misyonu gereği, sistemin değişmesi, en azından geniş kitleler lehine olarak daha adaletli işlemesi için siyaset yapması gereken Ecevit, ani bir dönüş yaparak, sistemin gönüllü bekçiliğine soyunmuş bulunuyor.

Ecevit''in bu tutumu, toplumun bilinç altında korunan kişiye bağlı siyaseti yeniden canlandırıyor. Uzun siyasi hayatında yıpranmış, sağlığı bozuk, yaşlı bir siyasetçi ile eşinin şahsında, kişi hakimiyetine dayanan toplumsal modellere sempati oluşuyor. Oysa kurumlaşma toplumsal gelişmenin ve demokratikleşmenin, kişiye bağlı siyaset ise geriliğin ve dikta rejimlerinin özelliğidir.

Örgütü olmayan DSP, giderek toplumdan uzaklaşıyor ve bunun boşluğunu devlete yaslanarak dolduruyor. DSP bu hali ile ancak devletin toplumu ezdiği ve yukardan biçimlendirdiği bir sistemde devlete dayanarak siyaset yapabilirdi. Nitekim öyle de oldu. ANAP''tan beklediğini alamayanların, CHP''den umduğunu bulamayanların göz kırpmasiyle kendini devletin kucağına attı.

28 Şubat cephesi, seçimlerde DSP''nin oy patlaması yapacağını empoze ediyor. Oysa kriz dönemlerinden sonra, 1950 ve 1983 seçimlerinde olduğu gibi, genellikle halkın yanında yer alan partilerin oylarında yüksek oranda artış gözleniyor. Bu anlayışla seçimlerin galibi, 28 Şubat sürecine karşı direnen partiler olacaktır. DSP''de beklenen artış ise, aynı cephede yer alan CHP ve ANAP oylarındaki eksilmelerin toplamı ile sınırlı kalacaktır.

25 years ago
Ecevit ve 28 Şubatçılar cephesi
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler