|
Muhafazakar oyların gücü

Bindokuzyüzyirmiüç''te muhalefeti sindirerek devlete tek başına el koyan "tek parti zihniyeti"nin amacı, İslam inancına dayanan toplumsal düzeni ve bu düzenin işleyişini sağlayan kurumları değiştirmekti. Değişimin kısa dönemde ve hiçbir engelle karşılaşmadan gerçekleştirilebilmesi için, bir yandan batıdan tercüme edilen yasalar yürürlüğe konurken, bir yandan da dindar ve gelenekçi kadrolar siyasetten ve bürokrasiden uzaklaştırıldı.

Siyaset ve bürokrasinin dışında kalan dindar ve muhafazakar kitleler, inançlarını ve kimliklerini koruyabilmek için, geleneksel eğitim ve kültür faaliyetlerine ağırlık verdiler. Devlet kurumlarında yapılan köklü değişiklikten sonra, tepede ülkeyi Laik-batıcı kadrolar yönetirken, tabanda geniş halk kitleleri her zaman dindar kaldı. Sivil kültür İslamiyet''le olan bağını sürekli korudu.

Resmi eğitim politikaları ile çelişen bu gelişmenin engellenebilmesi için, kişilerin özel hayatına ve sivil faaliyetlere baskılar uygulandı. Siyasetle hiç ilgisi bulunmayan, salt dinin öğrenilmesine yönelik etkinlikler, "irtica" ve "rejim düşmanlığı" kapsamında görülerek cezalandırıldı. Dindar kitlelere yönelik denetimin alanı o kadar genişletildi ki, devletin yapmış olduğu düzenlemelere yönelik her türlü itiraz ve muhalefetin arkasından dindarların parmağı arandı.

Siyasetin, bürokrasinin ve giderek kamusal alanın dışına atılan dindar kitlelerin, meşru olmayan araçları kullanarak direnmeye ve çatışmaya tahrik edildiği zamanlar oldu. Ama çok derin bir hayat tecrübesi ve barış içinde bir arada yaşama kültürü olan kitleler, buna itibar etmedi. Dindarlar, meşru yollardan kendilerini ifade edebilecekleri, hukuk sınırları içerisinde devlet yönetimine katılmayı sabırla bekledi.

Demokratik yarışmacı siyasete geçilince, dindar ve gelenekçi kesimlerin siyasi hayatın yönünü belirlemede çok etkili olacağı 1924''te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulunca görüldü. Daha kuruluş aşamasında Cumhuriyet Halk Fırkası''ndan daha fazla ilgi gören Terakkiperver Fırka, "gericiliği kışkırttığı" gerekçesiyle kapatıldı ve dindar kitlelere göz dağı verildi.

Serbest Fırka hareketi, bu alanda ikinci önemli deneyim oldu. 1930''da kurulan Serbest Fırka süreklilik kazanmış olsaydı, iktidar yapılacak ilk seçimde, dindar ve gelenekçi kadroların eline geçecekti. Açıkça belli olan bu riski göze alamayan tek parti yönetimi, Serbest Fırka''yı kapatarak iktidarını koruyabildi.

Serbest Fırka''nın kapatılması, dindar ve muhafazakar oyların sandığa yansımasını 20 yıl geciktirdi. Ama her türlü baskı ve kontrole karşı sabırla direnen kitleler, 1950''de yapılan ilk demokratik çok partili seçimde, Demokrat Parti saflarında yer alarak, tek parti dönemini bir daha geri gelmemek üzere kapattı. Tek parti zihniyetinin 27 Mayıs ve 12 Eylül ara rejimlerinde yeniden diriltilmesi gayretleri de fazla etkili olamadı.

27 Mayıs darbesinde Demokrat Parti kapatılınca, dindar ve muhafazakar seçmenler, bu partinin devamı olarak kurulan Adalet Partisi''ni destekledi. 12 Eylül''den sonra ise, her türlü tehdit ve yönlendirmeye rağmen, muhafazakar seçmenler Turgut Özal''ın ANAP''ını destekleyerek, 1983 ve 1987''de üst üste iki kez tek başına iktidara getirdi.

Darbecilerin, hukuk dışı müdahalelerle, iktidarı tek parti zihniyetine bağlı sınırlı bir kesimin tekelinde tutma gayretleri, seçimlerde her zaman ters etki yaptı. Seçim dönemlerinde başvurulan tehdit ve şantajlara itibar etmeyen geniş kitleler, her seferinde dindar ve muhafazakar kadroları iktidara getirdi.

Türk halkının çoğunluğu dindar ve muhafazakardır. Serbest seçimlerde iktidara gelecek parti, dindar ve muhafazakar kesimin oyları tayin etmektedir. Şüphesiz, modernist, solcu ve laik oylar da vardır. Fakat bu oylar, iktidarı belirlemeye tek başına yeterli değildir. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden Yılmaz Esmer ile Binnaz Toprak başkanlığında yapılan ve bugünlerde tartışılan iki önemli araştırmanın verileri bu görüşleri doğurmaktadır.

Her iki araştırmadan çıkarmaya göre, Türk halkı dindar bir kitledir ve dinin parti tercihinde etkisi etkilidir. Yılmaz Esmer başkanlığındaki araştırmanın bulgularına göre; biri İslamiyetin kurallarını yerine getiren ve bu kurallara göre yaşayan, diğeri ise İslami kuralları uygulamayan fakat karşı da olmayan eşit derecede yetenekli ve dürüst iki aday yarıştığında İstanbulluların % 25''i Konyalıların % 50''si dindar olan adayı tercih etmektedir.

1950''den bu yana yapılan seçim sonuçları ve yapılan araştırmalar, Türkiye''de en geniş tabanlı seçmenin dindar ve muhafazakar olduğunu gösteriyor. Buna rağmen 28 Şubat cephesi emrindeki gazete ve televizyonlar aracılığı ile 18 Nisan seçimlerinde DSP''nin birinci parti olmasını ve seçimden sonra da DSP-ANAP koalisyonu kurulmasını empoze ediyor.

Oysa Türkiye''de, dindar ve muhafazakar kesimlerin dışındaki, sol, marjinalist, modernist ve laikçi oyların toplamı en fazla % 35 civarındadır. Bu oyların bir kısmını CHP ve diğer küçük sol partiler alacaktır. Geriye kalan ise DSP ile ANAP arasında bölüşülecektir. 28 Şubat sürecinde dindar ve muhafazakar kesimleri karşısına alan Mesut Yılmaz''ın, bu kesimlerden ANAP''ın oy alma şansı kalmamıştır. Geriye kalan oylar ise DSP ile ANAP''ın iktidara gelmesine yetmez.

Mesut Yılmaz, muhafazakar oyların gücünü seçime bir hafta kala anlayabilmiş olmalı ki, 28 Şubat sürecinde yaptıklarını inkar ediyor, İmam Hatipleri ve Kur''an kurslarını kendilerinin kapatmadığını, söyleyerek oy istiyor. Ama Mesut Yılmaz zamansız yaptığı konuşmalarla sadece dindar seçmenleri kaybetmekle kalmıyor, laik liberal ve modernist seçmenin de güvenini yitiriyor. 28 Şubat''çıların baskı ve tehditlerine rağmen, iktidarı yine dindar ve muhafazakar oyların tayin edeceği açıkça görünüyor.


25 yıl önce
Muhafazakar oyların gücü
Şerif Hüseyin’in milenyum artıkları makus tarihlerini hortlatırken…
Bir yol eri: Fethi Gemuhluoğlu
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından