|
Yargılanmadan mahkum edildim

On Kasım 1996''da Refah Partisi''nin Genişletilmiş İl Divan Toplantısı''nda "Türkiye''nin merkeziyetçi bürokratik yapısını, tek parti döneminin kalıntısı totaliter ideolojik yönetim anlayışını eleştiren" bir konuşma yaptım. Konuşmam, yapıldığı gün dikkate alınarak, Atatürk''ün şahsıyla ve Cumhuriyet''in temel nitelikleriyle ilişkilendirildi. Gazeteler olayı sekiz sütuna manşetten, televizyonlar ise, flaş haber olarak verdi.

Hakkımda, Kayseri adliyesinde Atatürk''e ve Cumhuriyet''e hakaretten, Kayseri DGM''de ise "din farklılığı gözeterek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten" koğuşturma başlatıldı. Koğuşturmayı yapan her iki savcı, konuşmamı bilirkişiye gönderdi. Bilirkişiler, "konuşmanın düşünce hürriyeti sınırları içinde kaldığı ve suçun oluşmadığı" yönünde görüş belirtti. Bu görüşlere dayanarak savcılar takipsizlik kararı verdiler.

Kayseri DGM savcılığının takipsizlik kararlarına, Kuşadası''nda ikamet eden ve halen tanımadığım bir hanım avukat, Ankara DGM''de itiraz etti. Ankara DGM itirazı en yakın mahkeme olarak İstanbul''a gönderdi. İtirazı yerinde gören İstanbul 5 No''lu DGM Başkanlığı, yargılanmama karar verdi. Bu karar üzerine Ankara 1 No''lu DGM Savcılığı tarafından, TCK 312/2 gereğince, "halkı sınıf, ırk, din ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçundan dava açıldı.

Savcıya göre suç yok

Davayı açan savcı, esas hakkındaki mütalaasında "suçun oluşmadığını, siyasi eleştiri sınırları içerisinde kalındığını" belirterek, beraatimi talep etti. Buna rağmen, davayı yıldırım hızıyla bitiren mahkeme, TCK 312/2 gereğince 1 yıl mahkumiyetime karar verdi.

Hakimlerin, sanık olarak huzurlarına getirilen insanları, suçlu ya da suçsuz bulmada, yasanın belirttiği sınırlar içerisinde kalarak, verilecek cezanın miktarını tayin etmede takdir yetkileri vardır. Beni yargılayan hakim de takdirini suçun oluştuğu yönünde kullandı ve bir yıl mahkumiyetime karar verdi. Hakimin vicdani kanaatiyle ilgili olan bu konuda yorum yapmak istemiyorum. Ancak yüksek yargıçlar da dahil olmak üzere, yargılama sürecine katılan hiç kimsenin, usül kurallarını uygulamama gibi bir takdir hakkı yoktur. Bu nedenle yargılanmamda yapılan usül ihlalleri üzerinde durmak istiyorum.

Yargılama sürecinde Ceza Usulü Hukuku''nun temel ilkelerinin çoğu uygulanmadı. Bir hukukçu, hatta hukuk öğreticisi olarak, meslektaşlarımın yargılama ilkelerini ihlalde böylesine pervasız davranma hakları olmadığını çok iyi biliyorum. Ceza almamdan çok, cezanın yargılama ilkelerine uyulmadan verilmesini içime sindiremiyor ve kendimi yargılanmadan mahkum edilmiş görüyorum.

İfadem bile alınmadan yargılandım

Ciddi olarak ifadem bile alınmadan tamamlanan yargılama sürecinde edilen usül kurallarından bazılarını şöyle sıralayabilirim:

1. CMUK''nun 165. maddesine göre, "takipsizlik kararının kaldırılmasına ancak suçtan şahsen zarar görenler itiraz edebilir." İki ayrı savcının, iki ayrı bilirkişi raporuna dayanarak verdiği "takipsizlik kararı"na itiraz eden avukatı hayatımda hiç görmedim. Kendisiyle hiçbir alış-verişim olmadı. Konuşmamdan bu hanımın nasıl olup da şahsen zarar gördüğünü, yargılanmama karar veren DGM hakiminin açıklaması gerekirdi.

2. Takipsizlik kararını kaldıran İstanbul 5 No''lu DGM Başkanlığı, kararın "bir suretinin sanığa tebliğine, kanun yolu açık olmak üzere" karar vermişti. Mahkeme bu kararı şahsıma tebliğ etmedi. Kanun yolunun açık olduğu belirtildiği halde, verdiğimiz temyiz dilekçesi hiç işleme konulmadı.

3. Son duruşmanın yapılacağı gün Cumhurbaşkanı Kayseri''ye gelecek ve belediyenin yaptırdığı kültür merkezinin temelini atacaktı. Mahkeme başkanını duruşmadan bir gün önce ziyaret eden avukatım, öğleden sonra gelecek olan Cumhurbaşkanı''nı karşılayabilmemiz için, duruşmanın sabahleyin belirtilen saatte yapılmasını istedi. Hakim talebi çok makul gördü. Hatta istersek duruşmaya gelmeyebileceğimizi belirtti. Buna rağmen avukatım bir mazeret dilekçesi yazdı ve Cumhurbaşkanı''nın programını da ekleyerek dosyaya koydu. Ertesi gün ben Kayseri''de Cumhurbaşkanı''nı ağırlarken ajanslar mahkum edildiğim haberini duyurdu. Mahkeme, bir gün önce verilen mazeret dilekçesini hiç işleme koymadan savunmamı almadan, son söz hakkı tanımadan mahkumiyet kararı verdi.

4. Karar konuşmanın tamamına değil, içinden tek tek seçilen cümlelere dayandırıldı. "Suçun işleniş şekli, yeri, zamanı, ağırlığı, sanığın sosyal durumunu ve kişiliği dikkate alınarak kanunda yazılan cezanın en alt sınırı uygulandı." Fakat yine aynı gerekçeyle, ceza tecil edilmedi ve paraya çevrilmedi. Oysa yargılama hukukunda bir gerekçe sanığın hem lehine, hem de aleyhine kullanılamaz. Gerekçesi çelişkili olan kararların Yargıtay''ca bozulması gerekir.

5. Yargıtay''a gönderilen temyiz dilekçemizde, DGM''nin kararının dokuz nedenle hukuka aykırı olduğunu ve bu sebeple bozulmasını talep ettik. Yargıtay bu taleplerden sadece ikisini inceledi. Diğer yedi taleple ilgili hiçbir görüş belirtmeden kararı onayladı.

6. Mahkemenin kararını, savcı da yanlış bularak temyiz etmişti. Yargıtay, savcının temyiz talebini, "dilekçesinde hakim havalesinin olmadığı" gerekçesiyle reddetti. Yaptığımız araştırmada, savcının dilekçesini havale ettirdiğini tesbit ettik. Fakat DGM Başkanlığı, savcının iki nüsha olarak verdiği temyiz dilekçesinin hakim havalesi olmayan nüshasını Yargıtay''a göndermişti. Bu vahim hatanın düzeltilmesi, savcının temyiz talebinin incelenmesi için başvuruda bulunduk. Ama bu talebimiz hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildi.

Tebligat hukukunun kurallarına riayet edilmedi. Savunma hakkı tanınmadı. Yargıtay Başsavcısı, temyiz talebimizi, sırada bekleyen binlerce dosyanın önüne geçirerek yıldırım hızıyla sonuçlandırdı. Devlet Güvenlik Mahkemesi, usül ihlallerini yaparken, sanki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi''nin, "DGM''lerin yargı organı sıfatı bulunmadığı" yönündeki kararını haklı çıkarma gayretindeydi.

25 yıl önce
Yargılanmadan mahkum edildim
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti