|
“Tanrısal Sendromun” sonu

Ülkemizin gündemi oldukça yoğun. Batı ülkelerinde bu kadar sıkça alt üst olan bir gündem yok. Türkiye''de yaşayan yabancı misyon çalışanları ve gazeteciler, görev süreleri dolup ülkelerine döndüklerinde uyum göstermekte oldukça zorlanıyorlar. Bunu yazdıkları hatıratlardan anlıyoruz.

Bu mensubu olduğumuz milletin ve yaşadığımız coğrafyanın ortaya çıkarttığı bir durumdur. Yeryüzünün neresine giderseniz gidin; doğu-batı ve kuzey-güney orada bir Türk''le karşılaşabilirsiniz. Bu durumla ilgili üretilmiş birçok fıkra da bulunmakta. Ayrıca yaşadığımız coğrafyanın, gündemin dakikliği üzerinde de önemli katkısı vardır.

Ülkemizin gündemini, 12 Eylül 1980''le ilgili yargı süreci, 28 Şubat 1997 “post modern” darbe ile ilgili gözaltılar ve Suriye sorunu oluşturuyor.

12 Eylül 2010''da yapılan referandum sonucunda darbe anayasasına eklenmiş ayrıcalıklı maddelerin kaldırılması sonucu darbenin kudretli generallerine karşı yargı süreci başlamış oldu.

12 Eylül darbesinin yapıldığı yıllarda üniversite öğrencisiydik ve her şeye tanıklık ettik. Gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler, kayıplar ve idamlar. Sürecin öncesinin ve sonrasının tüm olumsuzluklarını yaşadık. Devrin Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel darbe ile ilgili “şartların olgunlaşmasını bekledik” açıklaması aslında olan biten her şeyi açıklamasıydı. Olay şimdi yargı aşamasında bulunuyor.

Bugün yeni bir safhaya başlanmış bulunuyor. 28 Şubat 1997 sürecinin aktörleri dünden itibaren gözaltına alınmaya başlandı.

28 Şubat süreci ne günlerdi. Hatırlamakta yarar var. Her şey 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde 6 Büyükşehir Belediye Başkanlığı''nı Prof. Dr. Necmeddin Erbakan''ın liderliğinde Refah Partisi''nin kazanmasıyla başladı. Bunlar; İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Kayseri, Konya ve Erzurum Büyükşehir Belediyeleri''ydi. Postmodern darbenin ilk sinyalleri belediye otobüslerinde kadın erkek ayrımının yapılacağı ile ilgili gazete manşetleriydi.

24 Aralık 1995''de yapılan seçimleri de Refah Partisi''nin kazanması kızılca kıyametin kopmasına vesile oldu. Önce hükümeti kurma konusunda kriz çıkartıldı. Zorlama bir Anayol hükümeti kuruldu. Bu hükümetin ömrü kısa oldu.

Kaçınılmaz olarak seçimi kazanmış Refah Partisi ile Tansu Çiller''in liderliğinde Doğruyol Partisi uzlaşarak Refahyol koalisyon hükümetini kurdular.

Bu andan itibaren ülkedeki gazete sayfaları tarihin derinliklerinden fırlamış gibiydi artık.

Sahte tarikatlar, dervişler, müritler, mahrem baskınlar, üniversitede ikna odaları, Fatih Çarşamba semtinde sürek avları, irtica brifingleri, andıçler, Sincan''da tank yürüyüşleri, Susurluk, Batı çalışma grupları, demokrasiye balans ayarları, milli güvenlik siyaset belgeleri, şiir okuma bedeli cezaevleri, pirenin devleştirildiği manşetler gündemi oluşturuyordu.

Gündemi belirlemedeki “Kudret simsarlığının” parlaklığı gözleri kamaştırıyordu. Muhabirler haber oluşturmakta, gazete genel yayın yönetmenleri manşetleri belirlemekte, televizyonların meşhur ana haber spikerleri kurgu haberleri büyük bir heyecanla sunmakta, köşe yazarları oluşturulmuş haberleri fütursuzca yorumlamaktaydı.

Müthiş bir mühendislik çalışmasıydı.

Tıpta “Tanrı sendromu” denen bir durum yaşanmaktaydı.

Postmodern bir darbe olduğu söylenmiş ve 1000 yıl süreceği açıklanmıştı.

Fiziki olarak düşünüldüğünde darbelerin ne kadar süreceğine millet karar veriyor. 12 Eylül ve 28 Şubat ile ilgili sandık milletin önüne konulduğunda sonuçlar süreleri belirlemiş oldu. Darbe öncesi ve sonrasındaki mühendislik çalışmalarının hepimizin ruhsal dünyadasın da oluşturduğu izlerin ne kadar süreceği ve sonuçlarını ne olacağı henüz belli değil.

Fiziki sorunlar çözülebilir, ama ruhsal olanları çözmek imkânsızdır.

12 Eylül''ü yapanlar şartların olgunlaşmasına katkı sağlamışlardı. Sonucunda sol, sağ ve İslamcılar ağır bedel ödemiş oldular. 28 Şubat sürecinin aktörleri ve işbirlikçileri pusu kurmuşlardı. Sonuçları itibarıyla bakıldığında bu kez yalnızca İslamcılar ağır bedel ödemiş oldular.

Olgunlaşma ve pusu. Ne kadar doğru olduğunu bilmem amma; batı kültüründe düello geleneği var, biz de ise pusu.

Kendisini devletin kurucu ve kudretli iradesi olarak görenler, millete ve milletin sandıkta seçtiği meşru yönetimlere pusu kuruyor. Şimdi sıra 27 Nisan''a geliyor. 27 Mayıs 1960 ihtilali ve 12 Mart 1970 muhtırası da unutulmamalı.

Adaletsizlik, kin, nefret ve intikam duygularına sapmadan, bir ülkenin geçmişiyle hesaplaşması, geleceğini doğru zeminde oluşturmasını sağlayacaktır. Yaşadığımız kimlik ve kişilik bunalımları belki de bu dönemlerde yaşadığımız travmalarda saklıdır.

Herkes şunu ezberlemeli “milletin iradesinin üzerinde hiçbir güç olmamalı”. Meclis duvarında bir aforizma olarak asılı duran “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü gerçekleşmeli.

Milletin iradesi sandıkta tecelli eder. Sandık milletin önüne konulduğu andan itibaren (beğenelim veya beğenmeyelim) millet hiçbir zaman yanlış tercihte bulunmamıştır.

Bugün bazı gazeteci ve köşe yazarları o gün yaşananlar için haber değeri taşıdığı için yayınlanmış ve yorumlanmıştır diyorlar.

Medya kuralıdır: “medya gerçeği yalnızca gerçeği” yazmak zorundadır.

Bu yazımda ülke gündemini özetleyerek sunma arzusu içindeydim. 28 Şubat''la ilgili başlayan süreç yazımın büyük bir bölümünü bu konuya ayırmama neden oldu. Önümüzdeki günlerde bu konuda çok yazı yazılacak ve tartışma olacaktır.

Adalet herkes için olmalı ve hiçbir suç cezasız kalmamalıdır.

12 yıl önce
“Tanrısal Sendromun” sonu
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler