|
Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun*

7 Aralık Cuma günü heyecanlı büyük bir kalabalık 45 yıl sonra vatan topraklarına geri dönecek bir adamı bekliyorlardı. 1967"de terk ettiği vatan topraklarına dönüşün hüzünle karışık mutluluğunu hangi kudretli kalem ifade edebilir. Aynı yolu izleyerek kaç kez aynı vatan toprağına gittim bilmiyorum. Hesap tutmuyorum artık.

İlk gidişimde nasıl bir haleti ruhiye içindeydimse muhtemelen gelen de aynı duygular içinde olsa gerek. Kolay değil, tam 45 yıl sonra vatan topraklarına ulaşmak. Kavuştuğunuz an secdeye kapanıp kaderin ve kalbin sahibine "var edene" şükrederek vatan toprağını gözyaşlarıyla ıslatıp öpmek. Bu duygu satırlara nasıl dökülebilir. Bu sadece yaşanabilecek bir olaydır.

Hamas"ın siyasi lideri Halid Meşal 37 yıl sonra çocuk yaşta Batı Şeria"dan ayrıldığı vatan topraklarına, Gazze"ye döndü ve bunu üçüncü doğumu olarak nitelendirdi. Dördüncü doğum için "Filistin"in kurtuluşu olmasını Allah"tan diliyorum" niyazında bulundu.

Ya 95 yıldır vatan toprağına hasret içinde olanlar ne yapacaklar? Onların hasretini ne dindirecek? Hangi merhem deva olacak yaralarına?

"12 bin şamdanlı avludaki" askerler 95 yıldır yolları gözler nöbeti devralacaklar ne zaman gelecekler? diye.

Gazeteci merhum İlhan Bardakçı 21 Mayıs 1972"de yazdığı makalesinde Mescid-i Aksa"da nöbetteki bu askerlerden bahseder ve der ki:

"Onu merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy. İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi. Palto? Hayır, kaput, pardösü veya kaftan? değil. Öyle bir şey işte. Başındaki kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş. Yüzüne baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüzbinlerce çizgi, karışık ve kavruk bir deri kalıntısı.

Yanımdaki eski vatandaşımız İstanbullu Yusuf''a sordum: "Kim bu adam?" dedim. Lakaydi ile omuz silkti. "Bilmem", diye cevap verdi.

"Bir meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi hâlâ duruyor ya... Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez".

Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. "Selamünaleyküm baba" dedim.

Torbalanmış gözkapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi:

-"Aleykümselam oğul..."

Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm...

-Kimsin sen, Baba? dedim.

Anlattı ki, ben de size anlatacağım.

Ama evvela biliniz. O canım devlet çökerken, biz Kudüs''ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hâkimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor. Devlet, zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir ardçı bölük bırakırız. Adet odur ki kendi zapt eden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.

Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.

-"Ben, dedi. Kudüs''ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan ardçı bölüğünden..."

Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı.

-"Ben, O gün buraya bırakılmış 20. Kolordu 36. tabur 8.Bölük 11. Ağır Makinalı Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan''ım."

Yarabbi! Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi.

Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:

-"Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?"

-Elbette dedim, buyur hele...

Konuştu:

-"Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı"na düşerse... Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi"yi bul. Ellerinden benim içi öp. Ona de ki..."

Sonra, kumandanı olduğu takımın makinalısı gibi gürledi:

"O''na de ki, gönül komasın. "11. Makinalı Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan. O günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım!" dedi dersin.

Öleyazdım.

Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. 57 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti."

"Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor"* üstat Sezai Karakoç "un şiirinde söylediği gibi.

Bizim için Kudüs "Alınyazısı saatidir"*

9 Aralık 1917 son kez Kudüs"e bakıp ayrıldığımız gün bugündür.

Kudüs"ü ve kutsal mekânları korumak için bıraktığımız askerler nöbet yerlerinde bırakıp gidenlerin geri döneceği günü bekliyorlar.

Bayrak düştüğü yerden kalkar.

*Sezai Karakoç, Gün Doğmadan-Diriliş Yayınları

11 yıl önce
Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun*
Bir kafes bir kuş aramaya çıktı
İki fiyasko, bir itiraf!
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…