|
Avrupa"da aşırı sağ yükselişe bir not düşmek

II. Genel Savaştan sonraki dünyâda, Keynes"in tam istihdam ve genel denge kuramı uygulanmaktaydı. Buna göre istihdam siyâseti, gerekirse 1 kişinin yapacağı bir işe 3 kişinin alınması siyâsetiydi. Yâni işsizlik kesin olarak tasfiye edilecekti. Bu siyâsetlerin ucu bizi de tuttu. Bilindiği gibi, (Batı)Almanya, kendi işgücünü aşan bir noktaya gelince Türkiye"den işçi almaya başladı. Aslında bu tarz kitlesel işçi alımları, bütün Avrupa ülkeleri için şu ya da bu derecede geçerlidir. II. Genel Savaştan sonra sömürgecilik de tasfiye edilmeye başlamış, "özgür", "bağımsız" ama "işsiz" yeni ulus devletlerin genç, vasıfsız işgücü çekirdek kapitalist dünyâya çekilmeye başlamıştır. Bu sürecin ne denli dramatik olduğunu, insaf ehli Batılı yazar ve sanatçıların konuyla alâkalı roman, film, röportaj vb çalışmalarından çok iyi biliyoruz. Başlamasından kısa süre sonra işgücü göçünün "yasadışı" ilân edilmesi ilginçtir. Bu durum istiab haddinin dolmasıyla açıklanmaktadır. Oysa, Wallerstein başta olmak üzere dünyâ kapitalizmi çalışan teorisyenler, bunun "merkez", "yarı-merkez" ve "kenar" dünyâlar arasındaki bölünmenin bir fonksiyonu olduğunu yazmışlardır. Yâni, baskılamalar, düşük işgücü maliyetini kontrol edebilmek için yapılmıştır. Halâ da yapılmasının ana nedeni budur.

20. yüzyılın artık demode sayılan kapitalizmi, kültürel durumları rasyonel bulmuyor ve siyâsetten tamâmen dışlıyordu. Siyâset şu ya da bu şekilde ekonomik bir dünyâ ile; ister bir "politik ekonomi", isterse "ekonomi politik" olarak eşlendiriliyordu. Siyâseti rasyonel kılan, bizâtihî rasyonel olan ekonomi ile eşlenmesiydi. Bu gelişmenin paralelinde ideolojik siyâsal bölünme ve kavgalar, onun çocukluk hastalıkları olarak tanımlanıyor ve gözden düşürülüyordu. Sınıf kavgalarının yumuşaması, aşırılıkların tasfiyesi siyâseti de rahatlattı. Sistem-içi siyâsetler baskın hâle geldi. Bu rahatlama aslında bir rutinleşmenin; giderek bir yüzeyselleşmenin de ifâdesidir. 20. yüzyılda siyâset, 19. yüzyıldaki heyecânını yitirmiştir. Merkez-sağ ve merkez-sol ayırımlar üzerinden yapılandırılan siyâsal sistemde, ilki "yatırımcı", diğeri ise "bölüşümcü" özellikleriyle baskınlaşmıştır. Merkez kapitalist ülkelerin toplumları, giderek yaygınlaşan bir orta sınıf konformizmi içinde siyâset ile âlâkalarını kesmişler, geçim dünyâlarının kendilerine bahşettiği imkân ve fırsatlarla dünyânın tadını çıkarmaya başlamışlardır. Rutinleşme ve yüzeyselleşme, depolitizasyonu da berâberinde getirmekteydi. Bu, savaş sonrasında; meselâ Sartre"ın yücelttiği "sorumluluk ahlâkı"nda da bir kopuşu ifâde ediyordu. 68 hareketleri aslında hedefinde siyâsetin rutinleşmesi olan son çırpınıştı.

1980"lerden sonra olgunlaşan yeni kapitalizm ise, emeği merkezde dışlayan ve çok düşük ücretlerin hüküm sürdüğü "kenar" dünyâda istihdam arayan yeni bir yapılanma geliştirmiştir. Yâni bir yandan "yasadışı" emek göçü devam edecek; diğer yandan da bütünleşik ekonomik yapılar parçalanarak, emeğin ücretlerinin alabildiğine düşük olduğu kenar ülkelere kaydırılacaktı.

Bu gelişmelerin merkez ülkelerin toplumlarında kaotik sonuçları olacağı kesindir. Artan işsizlik, sosyal devletlerin himayeci siyâsetlerinin tasfiyesi, yeni profesyonel network"ün belirsizlikleri bir orta sınıf düş bozumudur.

Bu yeni durum, siyâseti de ekonominin nesnel dünyâsından koparmış, alabildiğine kültürelleştirmiştir. Yâni, 20. yüzyılda, kültürel durumları siyâsal logos"un dışına atıyor ve üzerinden ekonomik bir asfalt geçiriyordu. 21. yüzyılda bu asfalt patlamış durumdadır. Yeni dünyânın kültürel dinamikleri, eskisinden daha harâretlidir. Şimdi, en temel geçimlik meseleler dâhil, ekonomi dünyâ kültürel olarak asfaltlanıyor.

Siyâset kaçınılmaz olarak bundan nasibini almaktadır. Böylesine kültürelleşen bir dünyâyı bildik siyâsal yapıların ve ayırımların taşımasına imkân yoktur. Irkçılığın, başta İslâm olmak üzere din korkusu ve düşmanlığının yükseltilmesi; mezhep gerilimlerinin tırmandırılmasının, yabancı nefretinin körüklenmesinin, jeopolitik ve jeokültürel dünyâ okumalarında yerine oturtulması gerekiyor. Çok daha beter günler yaşanacağından kimsenin şüphesi olmasın. Bu gerilimleri sâdece birer moralpolitik mesele olarak anlamak; meselâ son gelişmeleri Avrupa"da aşırı sağın yükselişi olarak görmek son derecede eksik ve derinliksiz bir okumadır.

Dünyânın kültürelleş(tiril)mesinin, kapitalizmin yeni işbölümü ve mübâdele tarzları adına, bütün sorunlarıyla birlikte istenen bir durum olduğunu düşünüyorum. Tıpkı ekonomipolitik bir dünyâda olduğu gibi, kültürpolitik bir dünyâda taraf olma, taraf olduklarınıza değil, bütünüyle o dünyaya taraf olmaktır. İlkesel bir değeri yoktur. Unutmayalım ki; kapitalizm sorunsuz bir dünyâ değil, yönetebildiği sorunları ister.

10 yıl önce
Avrupa"da aşırı sağ yükselişe bir not düşmek
Mülâhaza etmek
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir