|
Başkalarının acıları ve duyumsamalar

"Biliyor musun, Şili halkının acısını tam burada duyuyorum" demişti bilmiş bir arkadaşım, kalbini işâret ederek. Demokratik sosyalist önder Allende, A.B.D komplosuyla henüz devrilmiş ve öldürülmüştü. Stadyumlar tutuklanan insanlarla doluydu. Onbinlerce Şilili ağır işkencelere mâruz kalıyordu. Gözaltına alınıp kaybolanların sayısı ise hızla artıyordu. Şili bir anda dünyâ gündemine yerleşmişti. Bilmiş arkadaşım, galiba biraz da bu gelişmelerin etkisiyle hızını alamamış, "Şili"nin acısını" kalbinde duyduğunu söylemişti. Bu ifâdeyi hayli abartılı bulduğumu hatırlıyorum. Ama, başkalarının acısı gibi ağır bir moral sorunu düşünmeye başlamam, galiba bu ifâdenin ardından başladı.

Daha sonraları, emekçi kardeşlerin, mazlum halkların ya da esir Türklerin acısını kalbinde duyduğunu söyleyen çok nesildaş dinledim. Önceleri kendimden şüphelendiğimi hatırlıyorum. Öyle ya, bende bir şeyler eksik olmalıydı. Ama bir süre sonra bu tarz konuşmaların içinin çok boş olduğunu, söylenenlerin, söyleyenlerin bizzât kendileriyle ilişkili çok, ama çok farklı şeyleri anlattığını keşfettim. Ya bu inandırıcı olmayan gösterilere katılacaktım, ya da nihâyetinde "dürüstlük" de bir erdemdir deyip, sorduklarında Şili halkına ya da Esir Türklerin durumuna üzüldüğümü, ama onların acılarını içimde duyacak kadar bir ruh yüceliğine sâhip olmadığımı söyleyecektim. Bir, iki denemeden sonra ikinci yolu seçtim. Ama, doğrusu bu ya; "başkalarının acısı" beni her zaman ilgilendiren bir konu olarak gündemimde kaldı.

Başkasının acısını duyumsamanın aslında çile temelli bir dînî yaşayışla ilgili bir olgu olduğunu daha sonraları anladım. Bu konuda en çok da Hristiyanlık iddialıydı. Yüzyıllar boyunca Hazret-i İsâ"nın acısıyla acı duymak, stigmata peşinde koşmak erdemli bir Hristiyan yaşayışın merkezî, ontolojik bir değeri olmuştu. Kimbilir kaç kuşak bu çilenin baskısı altında hayâtlarını yaşadı. Elbette az sayıda gerçek mistik bu deneyimden çok ileri ruh olgunluğu sağlamıştır. Kastettiğim onlar değil, çok daha büyük bir çoğunluğu oluşturan sıradan insanların hâli. Onlar için iki yoldan birisi geçerli olabilirdi. Ya iki yüzlü bir hayâta mahkûm olmak, ya da kendi özel acılarının dışavurumunu ve rehabilitasyonunu bu genel acı üzerinden yapmak. Ben daha yaygın olanın ikinci yol olduğunu düşünüyorum.

Aydınlanma düşüncesi, başkalarının acısı düşüncesini sekülerleştirdi ve insan merkezli kıldı. Din-merkezli sâiklerle başkasının acısına ortak olmak zorunluluğu ise hükmünü kaybetti. Belki en son olarak II.Genel Savaş sonrası kuşaklar için "başkalarının acısı" yine de bir anlam ifâde ediyordu. Ama aradan onlarca yıl geçti. Başkalarının acısının moral temelleri iyiden iyiye aşındı. Yeni kuşaklar, dînîn, özellikle de Hristiyanlığın etkisini kaybettiği egosantrizmin temel alındığı bambaşka bir kültürel dünyâya doğdular. Başkalarının acısını duyumsamanın sıklet merkezini oluşturan vicdân, içeriksiz bir söyleme dönüştü.

Başkasının acısını duyumsamayı iyiden iyiye zora sokan gelişmeler bugünün kültürel dünyâsıyla alakalıdır. Ressamlar, fresko ustaları yüzyıllarca İsa"nın acısını resmeden tablolar yaptı. Modern dünyâda ise fotoğraf acının belgesi oldu. Gerek resim gerek fotograf gerçeği donduruyor ve görece başkalarının acısı üzerinde düşünmeyi sağlıyordu. Hareketli görüntü ise durumu değiştirdi. Hareketli görüntülerle belgelenen acı seyirlik oldu. (Zâten belgelemek belgelenenin nesneleştirilmesidir. Neyi nesneleştirmek ve ruhsal bir deneyimin konusu olmaktan çıkarmak istiyorsanız onu belgeleyin). Saf entelektüeller, haberleşmenin bu denli geliştiği bir dünyâda, başkalarının çektiği acıların ortak insanlık vicdânını harekete geçireceğini sandılar. Oysa, sonuç tam tersi ve en beteri oldu: Başkalarının acısı olağanlaştı. Sayısız görüntü, acının pornografisi ile sonuçlandı. (Pornografi gidilecek köy bırakmaz). Böyle bir dünyâda acıyı çektirenlerin sâdece zamâna ihtiyacı var. Zamân ise hızını arttırdı. Bir yerde çekilen acıların yaratacağı etki çok sınırlı bir zaman, belki de en fazla bir hafta için geçerlidir. Üstelik bu etki duygusal açıdan çoğu kez afallama ya da şaşkınlık ile sınırlıdır. Ardından görüntüler olağanlaşır. Herkes alışır ve sıkılır. Görüntülere boş boş bakmaya başlar.

Muktedirler eskiden yaptıkları kirli işleri saklamaya çalışırdı. Bugün bunu yapmak zorunda değiller. Her şeyi gösteriyor ve en kirli işlerini bile olağanlaştırabiliyorlar. Üstelik açık, şeffaf toplum olma pâyesini de kazanarak. Ne hâzin değil mi?....

10 yıl önce
Başkalarının acıları ve duyumsamalar
İYİ Parti-CHP gerilimi tırmanıyor
“Ak Parti’den oy çalmak üzere kurulan parti”nin başındaki ismi izlerken içimdeki ses: İnsan çiğ süt emmiş, artık şaşırmıyorum
“O Fethullah Gülen buraya gelecek!”
Net hata noksan ve yastıkaltı
Ah Özlemcim! Ah arkadaşım!