|
Entelektüel vicdân ve Filistin"in iç sesi

Geleneksel dünyâda "hikmet ehli", modern dünyâda ise "entelektüeller", yaşadığımız hayâtın kültürel yeniden üretimini yaptılar. Entelektüel dünyâ, ağırlıklı olarak küçük burjuva dünyâsıdır. Habermas"ın "edebî kamusallık" dediği bir kültürel ağda buluşur, okur, yazar ve tartışırlar. Entelektüellerin önemi, matbaa devrimi sonrasında yazılı kültürün çoğalması ve ucuzlamasına dayalı olarak arttı. Dolayısıyla, entelektüellerin de özgüveni, belirgin bir şekilde büyüdü. O kadar ki, kalemleriyle dünyâyı değiştirebileceklerine inandılar.

Entelektüel tasarım ve mühendislik girişimleri, hep "aşağıdakiler" üzerinden oldu. Bu açıdan entelektüeller, aşağıdakileri nesneleştirerek iş gördüler. Aşağıdakilerle ilişkiler; ilk olarak "akıl", ikinci olarak da "vicdân" temelinde olmak üzere iki türlü kuruldu. Burada aldatıcı olan, ilkinin duygu ötesi, ikincisinin ise tamâmen duygu temelinde olmasıdır. Bu entelektüel için bir tercih meselesidir. Eğer duygu temelli bir noktadan hareket ediyorlarsa, rehberleri "ahlâk", "vicdân" ve "irâde" olacaktır. Eğer, duyguları, esenlikli bir düşünüş tecrübesine engel koyan bir etken olarak değerlendiriyorlarsa, bu defa; "akıl", "nesnellik" ve gerekircilik" hesapları yapacaklardır.

Engels"in Anti-Dühring"de yapmış olduğu "bilimsel-romantik" ayırımı, söylediklerimizin tipik özeti gibidir. Gerçekten de 19.Yüzyıl"da (1789-1945), entelektüel tercihler îtibârıyla ibrenin "akılcılık" alanına kaydığını söyleyebiliriz. 20.Yüzyıl"da ise, özellikle akıl ile akıldışılığın şoke edici bağını ortaya koyan Nazizm, Faşizm ve Stalinizm gibi tecrübeler, entelektüel tercihlerin aklî temellerini berhavâ etmiştir. Hâsılı 20. Yüzyıl (1945-1989) , entelektüel dünyânın duygusal hesaplaşmalar içine girdiği bir yüzyıldır. Bu etki, 21.Yüzyıl"da (1989-....) da, devâm etmekte ve bu defa kültürelleşerek derinleşmektedir.

İşin özü, sürecin dinsel niteliğidir. Yâni, entelektüeller, elbette seküler dünyânın mahsûlleridir ama, bu onların dinsel bir dünyânın kodlarının fazlaca da dışına çıkabildiklerini göstermiyor. Nesnelliğin demode olması ve gündemden düşmesi, onları yeniden ahlâk, vicdân ve irâde gibi dinsel kavramlarla buluşturdu.

Entelektüel dünyânın, nesnel gerçeklerden soğuması ve kendisini sosyolojik ve psişik düzeyde dindarlaştırması, biraz da nesnel ve akılcı iddialarının insanlığa, özellikle de aşağıdakilere ödettiği ağır bedellerden kaçmak içindir. Her neyse, ama sonuçta, entelektüel dünyâ bugün târihinde olmadığı kadar "naive" bir haldedir ve böyle olmak da onlara gizli bir masûmiyet hazzı tattırır.

Entelektüellerin ezik bir doğa ve ezik kültürlerle hemhâl olması, doğrudan bunların tasasına dayanmaz. Saflığa ermek, târihsel günahlarından arınmak için bu konulara ilgi duyarlar. Sorun bu bağın ne kadar samimî olduğudur. Samimîyet odaktaki en nazik meseledir. Şimdi buna bakalım.

Samimîyet, ancak özdeşlik tecrübesinde karşılığını bulur. Entelektüel dünyânın acemileri, duygusal bağ kurmayı bir söylem geliştirmekten ibâret sanıyor. Bu yüzden samimîyet testini geçemiyor. Aşağıdakilere sempati duymak, onlarla özdeşleşmek anlamına gelmiyor. Entelektüel vesâyetin inandırıcı olabilmesi için tecrübenin özdeşlik sağlaması gerekiyor. Bu da aslında olmayacak bir iş olduğu için, entelektüelleri, Narodnik paradoksa sokuyor. Bu paradoksun son türevi, "empati" gibi hiçbir inandırıcılığı olmayan, içinin sanıldığı kadar dolu olduğunu düşünmediğim bir kavramdır. Empati, ne kadar süreceği bilinmeyen zorlama bir "acıma" deneyiminin güzellemesidir. Bana göre, kötü dramaturjileri olan, "vicdân geliştirme", "yüzleşme", "empati kurma", "nedâmet getirme", "özür dileme" gibi ritüeller, alabildiğine Hrıstiyâni –dinsel bir koda oturuyor. (Yüzleşilen ve nedâmet getirilen bir tecrübenin bir daha yaşanmayacağına dâir beklenti aslında ne kadar da çocuksudur. Ama entelektüeller bu çocukluğu inatla sürdürüyor). Üstelik bunların, her dinde ve kültürde karşılığı yok. Ama, entelektüel vesâyetin inadıyla bu kodlar insanlara giydirilmek isteniyor. Kültürel çeşitliliğe inanan entelektüeller, nedense bu konuda hiç hoşgörülü değil.

Daha kurt ve akıllı entelektüeller, narodnik paradoksa düşmüyor. Hemen, Kantiyen bir vaziyet alışla durumu karşılıyorlar. Aslında onlarda nesnellik düşüncesi, biraz yumuşatılarak devâm ettiriliyor. Târihsel nesnel zorunlulukların yerini, hukukun emperatifleri, ya da kısaca ilkeler alıyor. İnsanlık ve onun hakları ve geleceği, paralaks değerlemeler onlara yol gösteriyor. Onlar acemilerin aksine, iddialı vicdân, ahlâk göndermelerinden kaçıyorlar.

Bütün bu gözden geçirdiklerimiz, entelektüel târihin, duruma vaziyet etme ve durumdan vazife çıkarmaya dayalı vesâyetçi târihinin çeşitlemeleri. İnandırıcılığı yok. Eksik ve sorunlu bir dinsel deneyimin tuhaflıklarıyla yüklü. Özdeşleşen zâten susar. Özdeşlik edebiyatı, bu tecrübenin geçici, sınırlı ve dolaylı örüntüsüdür sâdece.

Filistin"de kan gövdeyi götürürken susmak, Filistin"den gelen sesin bir "iç ses" olmasıdır. Entelektüel kulak bu sese akortlu değildir. Artık Filistin adına konuşturulmadıkları için, Filistinliler buna müsaade etmedikleri için entelektüeller susuyor. (Sâhi şu aralar Cludia Roth"u gören var mı?) Onlara burada ekmek kalmadı. Öte yandan doğa"nın sesi yok. Doğaya vasî olmak ebediyyen mümkün. Elbette bu dünyâda balık ölümleri, Filistinlilerin ölümünden daha fazla ilgi toplayacaktır...

10 yıl önce
Entelektüel vicdân ve Filistin"in iç sesi
Çok hayâtî bir dört sene
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?