|
Tekno dünyânın cilveleri

İletişim dünyâsında yaşanan bâzı tâze gelişmeler gelişmeler; nihâyet WhatsApp’ın son “dayatmacı” karârı bir hayli düşündürücü. Doğrusu, ne Twitter, ne İnstagram ne de Facebook gibi mecrâlarda yer alıyorum. Ama buralarda faal olan dostlarımdan edindiğim intibâ, bu mecrâlarda, zâten yavaş yavaş yaygınlaşan dolaylı bir sansürcülüğün başgösterdiğine işâret ediyordu.

Her iletişim dönüşümü, “ucuzlamış”, “basitleşmiş” bir teknik veyâ teknolojik altyapının üzerine inşâ ediliyor. Bunu biliyoruz. Meselâ en tipik olarak matbaa akla geliyor. Matbaa tekniği yok iken de kitap vardı. Ama, bu hâliyle kitap pahalı bir üründü. Yazı işinde maharet kazanmış hattatlarca kaleme alınır, kâğıdı, hattı, cildi ve diğer süslemeleriyle ,ancak az sayıda seçkin insanın erişebileceği nâdide, pahalı bir varlık hâline getirilirdi. McLuhan’ın meşhûr kitabı “Gutenberg Galaksisi’nde uzun zun bahsettiği üzere matbaa, kitabı seri bir üretime tâbi tuttu ve yaygınlaştırdı. Evet, “Önce söz vardı”.. Sözün, “söylenen “ bir şeyden olmaktan çıkıp, yaygın bir şekilde “yazılan” bir şey hâline gelmesiydi bu. Söz uçuyor, ama yazı kalıyordu. Burjuvalar mârifetiyle yürütüldü bu süreçler. Kitaplar bize şifâhî dünyâdan çok farklı bir dünyâ kurdu. Bir kere düşünme işini ezberden kurtardı. Fikir inşâsını rahatlattı, zenginleştirdi. Eleştirel düşünceyi de rahatlattı. Adına entelektüeller denilen yeni, seçkin bir zümrenin oluşmasını da Gutenberg Galaksisi’ne borçlu olduğumuz söylenebilir. Bir hayli “demokratik” bir dünyaydı bu. İsteyen istediği fikirlerle, kitaplar vasıtasıyla bağ kurabiliyordu. Bu aynı zamanda “iktidâr-muhalefet” arasındaki ilişkiyi de kökten dönüştürdü. İktidârlar bağımsız, eleştirel kitaplar ve diğer neşriyatlardan rahatsız oldular. İktidârları besleyen kitaplar da yazıldı elbette. Gramsci’nin organik entelektüelleri veyâ entelijensiyalar iktidarları destekleyen çalışmalar kaleme aldılar. Ama daha heyecan verici, daha kışkırtıcı olan , iktidarlar tarafından “şeytanın kalemleri” olarak târif edilen Edward Said’in, anarşizan bir çizgide gördüğü “anti-establishment” (kurumsallık karşıtı) entelektüellerinin yazdıklarıydı. Ama, bu kutuplaşmanın, yâni farklı organik entelektüellerin dışında kalan, Weberci mânâda değer-dışı (value laden) kalarak düşünen ve yazan bağımsız entelektüeller de ortaya çıkmıştır.

İletişim dönüşümleri bununla sınırlı kalmadı. Sinema ve televizyon, iletişimi görselliğe taşıyarak biraz daha “demokratikleştirdi”. Bu, kitap ehlini rahatsız etti. Derinliğin kaybı olarak değerlendirdiler bu süreci. Eh, yanlış da değildi. Ama her demokratikleşme ,bir noktadan sonra biraz da seviyeleri basite çekmiyor mu? Evet, kitap dünyâsı, kültürün demokratikleşmesi ile insanlığın derinleşmesi idealini birleştiren bir iddianın sâhibiydi. Ama süreç burada durmadı. Görsel demokratik dönüşüm derinleşmeyi tasfiye etti. Bu, “çilenin “yerini “eğlencenin” almasıyla oldu. Kitap eğlenceli olmaktan çok çileli bir dünyaydı. Ama görsel kültür için, biraz da komedyadan mülhem olarak “eğlendirerek düşündürüyor” diyenler çıksa da, aslında ve son tahlilde eğlenmeyi çilenin yerine koyan ürünler sundu insanlığa.. Kitaplar elbette yok olmadı, ama “pulp fiction” baskın hâle geldi. Derin kitaplar elbette varlığını sürdürüyor. Ama ucuz edebiyatların denizinde dibe itilerek; yâni kendi derinliğinde kaybolarak… Geçenlerde Mustafa Kutlu Ağabey ile sohbet ederken, “Evet söz artık uçmuyor, bir şekilde tutunuyor; yazı ise ‘yalnız” kalıyor” demekten alıkoyamadım kendimi.

Dijital teknolojinin baskın olduğu dünyâ ise “sözel”, “yazılı” ve “görsel” kültürü bir araya getirdi. Twitter mecrâsı, herkesin “yazar” (author), “okur” ve “düşünür” olduğu, alabildiğine gevezelik ettiği alabildiğine demokratik bir dünyâdır. İnstagram ise görselliği daha önplâna geçiriyor. Sığlaşma bu dünyâyı târif etmenin çok uzağında. İnsanlığın içbükeylikten , taşkın bir dışbükeyliğe geçişi bu.

Bu asrı besleyen dinamiklerin dijitâl gelişmelerle beslendiği herkesin mâlûmu. Artık, meseleler eskiden olduğu gibi ekonomik-politik değil. Tamâmen teknolojik. Teknoloji bu dünyânın, araçsal donanımı veyâ alt yapısı değil, bizâtihi kendisi. Tekmil insanlık birikimlerini odağında toplayıp, kırıp, bir başka tayfa dönüştürüyor. Tekno bir dünyâ bu. Ekonominin âleti değil, ekonomiyi bizzât şekillendiren güç artık teknoloji. Siyâseti de öyle belirleyecek, yeniden yapılandıracak görünüyor..

Marx, üretim âletlerinin mülkiyetinin ne kadar hassas bir mesele olduğunu dikkâtimize sunmuştu. Elbette onun bahsettiği “üretim âletleri” kavramı bugün kü teknolojiyi vermiyor. Sanayi devrinin insanıydı o. Ama bugün, oradan ilham alarak teknoloji-mülkiyet ilişkisini sorgulamak mümkün. Teknolojik dünyânın gerçek sâhipleri kimlerdir, bilmiyorum. İsimleri önplânda olan Elon Musk, Bill Gates gibi kült figürler mi? Pek o kanaâtte değilim. Ama her kimlerse, artık dişlerini göstermeye başladılar. Bizim “özgürlük” alanlarımız olarak gördüğümüz, kendi hesaplarımızın büyüsüne kapılarak “bizim” zannettiğimiz mecrâların pek de bizim olmadığını anlamaya başladık. Youtube , twitter sansürleri bunu gösteriyor. İnsanlık bir yol ayırımında..Ya bu iletişim tekellerinden hesap soran, onları dağıtan, parçalayan ve insandan yana araçsallaştıran bir yola girecek; yahût bu tekellerin arzusu doğrultusunda varlığını onlara armağan edecek.. Aradaki tuzak ise sözüm ona ulusunu koruyan devlet erklerinin aradan sıyrılıp bu gücü sahiplenmesi.. Göreceğiz.

#Tekno dünyâ
3 yıl önce
Tekno dünyânın cilveleri
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi