|
Yeni gelişmelerin odağında…

Siyâset ile ekonomi arasında dikkât çekici bir farklılık olduğunu düşünüyorum. Ekonomi,siyâsete göre çok daha nesnel-maddî bir çerçeveye oturuyor. Siyâset ise daha çok öznel-gayrı maddî bir dünyayı ifâde ediyor. En azından her iki alanın söylemlerini veyâ daha umumî bir düzeyde dillerini mukayese ettiğimizde fark kendisini hemen belli ediyor. Siyâsetin dili halâ büyülü. Ekonominin dili ise son derecede hesaplayıcı bir aklın izlerini taşıyor. Siyâsetçiler hamâsetten hâlâ ziyâdesiyle nasipleniyor. Ekonomistler ise, hamâseti dışlıyor ve “sağduyu” -acı hakikâtler- temelinde kendilerinden emin çok daha soğuk bir jargonla konuşuyor. Ama bu farkın bir de bedeli var. Siyâsetin alanı hudutsuz büyüyebilirken, ekonominin alanı alabildiğine daralıyor. Ekonominin alanı kururken, siyâsetin alanı taşkınlardan sellerden geçilmiyor.


Çatışmalar ekseni düşünüldüğünde de tablo bir hayli ilginç. Ekonomi kendi rutinleri içinde kendisini çevrimselleştirebildiği ölçülerde, belki de iç çatışmalarını kendisi çözebiliyor. Mesele ekonomik çıkar çatışmalarının rutinlerle çözülemediği yerde başlıyor. Bu durumda, ekonomik nitelikli çıkar çatışmaları hemen siyâsallaşıyor. Tabiî olarak da yönlendirici akıl sapıyor; dil dönüşüyor. Siyâsal dil baskınlaşıyor. Temelde belki de çok “basit” bâzı ekonomik çıkar çatışmasını siyâsal bir heyelânın altında bırakıyor. Marx, işte tam da buna karşı çıkıyor ve aslında siyâsetin ekonominin “çarpık” bir yansıması olduğuna işâret ediyordu. Ama sıkıntı şuydu: Ekonomi, kendi göbeğini kesemediği yerde siyâsallaştığına göre , çözüm, ekonomik olmaktan çıkıyor ve siyâsal bir mâhiyet kazanıyordu. O hâlde çözüm nasıl olacak da aslında bir “târihsel çarpıklığa” işâret eden siyâsetin içinden çıkabilecekti? Marx’ın açmazı; tahlilleri ile ideolojisi arasında bitmek bilmeyen ve giderek de büyüyen bir çelişkisi buydu. Genelde siyâsal; daha özelde ise ideolojik mücadeleye yüklendikçe durum beter bir hâle dönüşüyordu.

Ekonomi ile siyâset arasındaki geçişler elyevm devâm ediyor. Meselâ Arap Baharı tam da bunu gösteriyor. Ortadoğu’nun kabuk değiştirmesi, saf siyâsal bir tablo olarak değerlendirildiğinde, halkların “özgürlüğe geçişinin” sancıları olarak görüldü. Zamân geçtikçe, bunun böyle olmadığı, meselenin küresel düzlemde yaşanan bâzı ekonomik çıkar çatışmalarının güdümünde geliştiği anlaşıldı. Meselâ PKK’nın bugün Kürt halkının bağımsızlığı için romantik-morâl bir mücâdele sürdüren bir örgüt değil, bu coğrafyadaki paylaşımda büyük güçlerin maşası olarak çalıştığı anlaşıldı. Sâdece PKK’nın Sûriye Demokratik Güçleri maskesiyle yürüttüğü “yol haritasına” bakmak bile yeteri kadar kavratıcı bir işlev görüyor. Rakka gibi, Kürtlerin yaşamadığı , ama yeraltı servetleri açısından çok zengin bölgelere yerleşmesi bile yeteri kadar açıklayıcı olsa gerekir.

Mesele, siyâsal sermâyenin “devlet” “ulus”, “sınıf” gibi unsurlarını çok, ama çok aşıyor. Bunları içeriyor; ama bunlara indirgenmesi zorlaşıyor. Odakta, çok ama çok uzak bir coğrafyada yer alan Çin ve onun dünyâ açılımları olduğu görülüyor. Hegemonik güç olan ABD , yeniden dünya üretimini kontrolü altına alma gayreti içinde. Bunun için önce Ortadoğu’yu darmadağın etti. İkinci adım olarak AB’yi alabildiğine zayıflattı ve başta Almanya olmak üzere denetimine soktu. Finansal gücün esaslı merkezlerinden birisi olan Britanya’yı AB dışına çıkardı. İkinci olarak ise Rusya’yı zora sokacak ve kendisiyle anlaşmaya zorlayacak adımları attı. Petrolün fiyatını düşürdü. Rusya ile Almanya arasındaki Brandt Doktrini'ni çökertti. Ukrayna ve Kafkasya’da Putin’i zorlayan istikrarsızlıklar türetti. Rusya’yı, ağır masraflarla Suriye’ye girmek zorunda bıraktı.

Britanya’nın hesâbı ise, Rusya-ABD yakınlaşmasını engellemek; Çin ile geliştireceği yeni küresel açılımda ABD’nin yerini almaktı. Bunun için Demokratlara oynadı. Ama Trump’ın seçilmesiyle ilk raundu kaybetti. Mücâdelesini sürdürdü. Kendisine yakın ve ağırlığını Demokratların oluşturduğu kadroları kullandı; Trump’ı alaşağı etmek için Rusya ile kirli ittifak ilişkileri dosyasını ileri sürdü. Bu arada Putin sabrettti ve yavaş yavaş tercihini şekillendirdi. ABD’deki Pro-Britanya Demokrat operasyonlarını bile sineye çekti. Kırılma noktası Katar operasyonu ve gecikmiş Suud Baharı oldu. Bu, örtük olarak Britanya’nın Ortadoğu’dan dışlanması manâsına geliyordu. Sürecin nihâî kertesinde Vietnam’da biraraya gelerek Trump ve Putin anlaştıklarını ilân ettiler. Bu, ARAMCO odağında dünya petrolleri ve doğal gaz kaynaklarının yeniden organize edildiği ve Çin’e karşı kontrol edildiği bir aşamayı imliyor. Süreç aynı zamanda finansal dünyâ ile militarist dünyânın “görece” uzlaşmasını ifâde ediyor.

Bu süreçlerin pratik yansıması ne olacak? Bundan sonra Rusya geçici ittifaklarını gözden geçirecek; başta İran ve Türkiye ile olan yakınlaşmasını peyderpey gevşetecektir. Diğer bir mühim gelişme de Çin-Rusya yakınlaşmasının da sınırlanması olacaktır. Belirsiz kalan; kolu kanadı kırılan Britanya’nın ne yapacağıdır. IŞID militanlarının ABD ve PYD’li savaşçıların gözetiminde Rakka’dan çıkarılmasını BBC servis etti. Yâni, Britanya düpedüz ABD’yi suçluyor. Anlaşılıyor ki mücâdele devam edecek. Ama çok daha açık olan bir husus mevcut: Artık hedefte Türkiye, İran ve Katar var. 2018 çok, ama çok çetin geçecek…..

#Siyaset
#Türkiye
#Suriye
#Rusya
6 yıl önce
Yeni gelişmelerin odağında…
Kutalmışoğlu Süleyman Şah Nasıl ve Nerede Öldü?
“Hasan Aycın Çizgilerinde Görselin İnşası”
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm