|
Nahda’nın duruşu

Sıklıkla “Arap Baharı’nın tek demokratik geçiş süreci” olarak referans gösterilen Tunus’ta, Cumhurbaşkanı Zeynelabidin bin Ali’nin devrildiği 2011’den bu yana dokuz farklı hükümet kuruldu. Bu hükümetlerden hiçbiri, kronik hale gelmiş ekonomik sorunları çözebilmiş değil. Geçtiğimiz yıl Uluslararası Para Fonu (IMF) ile varılan anlaşma, 2,8 milyar dolarlık yardım karşılığında “köklü ekonomik reformlar” öngörse de, bu reformların zaten tükenmiş haldeki bir halkın dertlerine ne kadar çare olabileceği belli değil. IMF reçetelerinin genellikle “acı” oluşu da göz önüne alınırsa, hükümetlerin bu yolla sorunların üstesinden gelmesi mümkün görünmüyor.


Maddi ve manevi olarak umudunu yitiren bir seyyar satıcının kendi bedenini ortaya koyarak -hiç de böyle amaçlamadan- başlattığı dönüşüm süreci, bugün artık tamamen tıkanmış vaziyette. Plansız-programsız, hazırlıksız ve lidersiz çıkılan “devrim yolculuğu”nun, başladığı yere döndüğü de söylenebilir. Halk kitleleri yine umutsuzca sokaklara dökülüyor, değişimin ne kadar zor ve çetrefilli olduğunu artık bilerek üstelik.

Halkın öfkesini dindirmek için, 2011 başında ülkeden ayrılan ve müsrif karısı Leylâ Trâbelsî ile Suudi Arabistan’ın Cidde şehrine yerleşen Zeynelabidin bin Ali, muhtemelen kısa süre sonra Tunus’a dönebileceğini hesaplıyordu. Kendisini davet eden Suudilerin, “olaylar yatışınca” yeniden gidebileceği şeklinde bir garanti vermiş olması mümkün. Bu garanti, ABD adına verilmiş bile olabilir. Geçmişte Navaz Şerif başta olmak üzere çok sayıda devrik lideri topraklarında misafir eden Suudi Arabistan, daha sonra siyasi ortamlar düzelince birçoğunu ülkesine geri yollayabilmiş, hatta bu sayede yeni iktidarlar üzerinde söz sahibi konumuna yükselmişti. Bu plan, Tunus’ta tutmadı.

Yaklaşık 20 yıl İngiltere’de sürgün hayatı yaşayan Râşid Gannûşî liderliğindeki Nahda Hareketi, 2011’den sonraki demokratik süreçte iktidarı bir süre elinde tuttuktan sonra, ekonomik göstergelerin kötüye gitmesi ve siyasi suikastların başlamasıyla hızlı bir şekilde geri adım attı. Tam bu sırada Mısır’da yaşanan Müslüman Kardeşler’in iktidar tecrübesinin Gannûşî ve ekibi tarafından yakından izlendiğinde şüphe yoktu. Gannûşî, iktidarda kalmak için direndikleri takdirde “evdeki bulgurdan” da olacaklarını net bir biçimde görerek, seçimlerin yapılmasına yeşil ışık yaktı.

Mevcut Cumhurbaşkanı Becî Kâid es-Sebsî’nin kurduğu Nidâ Tûnis Partisi’nin birinci çıktığı seçimler, Nahda açısından psikolojik rahatlama anlamına da geliyordu. Enkaza dönüşmüş bir ülkenin yükünü tek başına omuzlamak (ve bu yükün altında kalmak) yerine, ‘lâik’ çizgisiyle bilinen kadroların hükümete ve sorumluluğa ortak olmasını sağlamak, Tunus şartlarında en akıllıca siyasetti. Sonrasında siyasi suikastların bıçak gibi kesilmesi ve ülkenin bir müddet sükûna kavuşması, elbette sürpriz ya da tevafuk değildi.

Gannûşî’nin hem övülmesine hem de eleştirilmesine yol açan bu siyasi adımlar, Tunus’u bir süre rahatlatmış olsa da, hayatın acı gerçeklerinin yeniden sahneye çıkması çok sürmedi. Demokrasi karın doyurmuyordu çünkü. “Arap Baharı’nın tek demokratik başarı hikâyesi olmak”, sıradan Tunuslunun yaşamında ve ihtiyaçlarında herhangi bir şeyi değiştirmemişti. Fransız tipi jakoben laikliği ülkeye dayatan Habib Burgiba döneminin bakanlarından Becî Kâid es-Sebsî’nin cumhurbaşkanı olması belki uluslararası sistem tarafından “sigorta” olarak yorumlanıyordu, ama bunun da ülkedeki ekonomik krize ve işsizliğe, buna bağlı olarak gelişen silahlı yapılanmalara ve terör saldırılarına engel olabildiği yoktu.

Son olayların Nahda cephesinden nasıl göründüğüyle ilgili olarak, elimizde dikkat çekici bir makale var. Râşid Gannûşî’nin kızı Sümeyye Gannûşî, “Arabî-21” adlı internet sitesi için kaleme aldığı yazısında, Tunus’ta yaşanan sokak gösterilerini yorumladı. Sümeyye Gannûşî aynı zamanda babasının siyasi danışmanı ve Nahda’nın da yönetici kadrosundan olduğuna göre, ifadelerini Râşid Gannûşî ve partisinin resmi görüşü olarak da okuyabiliriz.

Sümeyye Gannûşî, Tunus’un ciddi bir ekonomik darboğazdan geçtiğini ve halkın zor durumda olduğunu kaydederek, sorunların çözülmesi mecburiyetini vurguluyor. Kimsenin elinde problemleri hızlıca yok edecek mucizevî bir formülün bulunmadığını da belirten Gannûşî, halkın her kesimini çözüm için birlikte hareket etmeye davet ediyor. Yazının en dikkat çekici bölümü, Tunus’ta son yaşananların “bazı Körfez ülkelerinin” bir tuzağı olabileceği şeklindeki ifadeler. “Her şeyi komplo ve dış mihrakların oyunuyla açıklamak mümkün olmasa da” diyor Sümeyye Gannûşî, “bazı Körfez ülkelerinin başını çektiği, Tunus’taki değişim sürecini yok etmeye matuf bir bölgesel stratejinin varlığı da inkâr edilemez”. Gannûşî yazısını, bu stratejinin başarıya ulaşmaması için Tunus içindeki ekonomik problemlerin acilen aşılması gerektiğini söyleyerek bitiriyor.

Karizması, siyasi geçmişi ve bilgisiyle Tunus toplumunun saygı duyduğu bir isim olan Râşid Gannûşî ve ekibinin önünde, güncel sorunlara karşı halkı rahatlatmak sorumluluğu duruyor. Bu başarılamadığı takdirde, “Gannûşî fenomeni”nin etkisini yitireceği kesin görünüyor. Nahda Hareketi’nin, kurucu lider Gannûşî’den sonra siyasi varlığını devam ettirip ettirememesi de tamamen buna bağlı, denilebilir.

#Arap Baharı
#Tunus
#Nahda
6 yıl önce
Nahda’nın duruşu
İslamofobik terör ortaklarına acımasız direniş
Ölüm iyiliği
Yakup Köse, 28 Şubat zincirinden kurtulacak mı?
Düşen PKK helikopterinde sis perdesi aralanıyor
İkiyüzlü dünyanın 200 günü