İslam dünyasının enerji kaynaklarına göz diken uluslar arası sermaye ve arkasındaki ülkeler, İslam ülkelerini tehdit ve kısa vadeli menfaatlerle, Türkiye'yi de terörle susturmaya çalışıyorlar.
Menfaatler büyüdükçe insanlar alçaklaşıyor.
Çok acı, yürek yakan günlerden geçiyoruz.
Beşiktaş'ta 44 şehidin ardından dün Kayseri'de yaşanan terörle birlikte en son Halep'te yaşanan insanlık dışı hadiseler vicdan taşıyan herkesin yüreğini yakıyor.
***
Yeni yüzyılda ekonomik ve siyasi savaşlar, hiçbir değer gözetmeden çok adice ve alçakça yapılıyor.
Sermaye belli ellerde toplandıkça, altlarda kalan kesimlere olan baskı ve zulüm de artıyor.
Ekonomik ve siyasi menfaat uğruna Suriye'de Irak'ta enerji kaynaklarına hâkim olma hırsı yüzünden insanlıktan utandıran sahneler yaşanıyor.
Sivil, yaşlı, kadın erkek çoluk çocuk gözetilmeden şehirlerin üstüne bomba yağıyor.
menfaat kavgası yaparken, milyonlarca masum insan bombalar altında ölüyor, sakat kalıyor, yerinden yurdundan oluyor.
Tam bir insanlık trajedisi yaşanıyor.
***
Düşman Ortadoğu'da akan kanlara, kardeş kavgasına ve yaşanan katliamlara timsah gözyaşı dökerken, İslam dünyası değirmenci uykusunda uyumaya devam ediyor.
Biz de İslam dünyası paramparça olduktan, ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızı, doğal kaynaklarımızı kaybettikten sonra mı uyanacağız acaba?
***
Irak ve Suriye'de yaşananlara bakılırsa
karşı karşıya!
Moğol İmparatorluğu'nun kurucusu Cengiz Han'ın torunu Hülagû, İlhanlı devletinin kurucusu ağabeyi Mengü Kağan tarafından,
bakir toprakları ele geçirmek üzere görevlendirilir.
Bu görev üzerine Hülagu, 1258 tarihinde Bağdat'a girer ve Abbasi halifesi Mutasım'ı Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür.
Kadın, kız, yaşlı, çoluk, çocuk demeden iki yüz bin kişiyi katleder.
Cami, hastane, medrese, saray, ne varsa hepsini yıkar, yok eder.
Binlerce kitabı Dicle nehrine attırır.
Dicle nehri günlerce kan ve mürekkep akıtır.
Hülagû bir gün Bağdat'ın dışında kurduğu karargâhında şehrin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir.
Âlimleri bir korku sarar!
Hülagû tarafından öldürülmek korkusuyla kimse en büyük âlim sırasında anılmak dahi istemez!
Sakalı henüz çıkmamış
adında genç ve cesur bir âlim Hülagû'nun dâvetini kabul eder.
Yanına bir deve, bir keçi ve bir horoz alarak Hülagû'nun çadırına varır. Hayvanları çadırın dışına bağlar ve huzura girer.
Hülagû genci tepeden tırnağa süzer. Beklediği birisi olmadığını düşünerek:
der.
Kadıhan gayet sakin bir sesle:
“Görüşmek için iriyarı birini istiyorsan bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birini istiyorsan bir keçi getirdim. Gür sesli birini istiyorsan bir horoz getirdim” der.
Hülagû gencin sıradan birisi olmadığını anlar ve şöyle sorar:
Kadıhan:
“Efendim, seni bizim üzerimize salan şey bizim amellerimizdir. Allah'ın bize verdiği nimetlerin kıymetlerini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mal, mülk, para, şöhret peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenâb-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni üzerimize saldı!”
Hülagû:
diye sorar. Kadıhan:
“O da bize bağlı! Ne zaman kendimize dönüp, kısa zamanda toparlanıp, Allah'ın nimetlerinin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden ve birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın! “ der.
Hülagû Kadıhan'ın cesaretini takdir eder.
Anlaşılan o ki, ne zaman kendimize dönersek, ne zaman dinimize samimî olarak sarılırsak,
, işte o zaman inşallah rahmete mazhar olacağız ve ancak o zaman âlem-i İslâm'a inşallah gerçekten kurtuluş gelecek.