***
İslâm iktisâdî sistemi, ticâretin temelini doğruluk ve dürüstlükle insan ve topluma hizmet anlayışı üzerine kurmuş.
“Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allâh onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap da vardır; Elbisesini (kibir ve gururundan dolayı kurula kurula) sürüyen, verdiğini başa kakan ve yalan yeminle malını pazarlayan!”
“Fâizin her çeşidi ayaklarımın altındadır”
“Allâh, sizin namazlarınıza, oruçlarınıza değil, para münâsebetlerinize bakar.”
“Alış-verişte vukû bulan lüzumsuz sözler ve yemînler olur. İşe şeytan ve günâh karışır. Ticâretinizi sadaka ile karıştırınız (temizleyiniz)!”
“Tüccârlar kıyâmet günü fâcirler olacaklardır. Ancak dürüst ve doğrulukta bulunanlar müstesnâ...”
“Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.”
“Veren el alan elden üstündür.”
“Âdemoğlunun iki dere dolusu malı olsa bir üçüncüsünü ister. Ademoğlunun içini / karnını topraktan başka bir şey dolduramaz.”
“Altın ve gümüş paranın, kibir ve gurur taşıyan elbisenin kulu olan helak olsun”
***
O'nun (SAV) arkadaşı Hazret-i Ömer, bir kimse methedildiği zaman, methedene, üç şeyi yâni: “Hiç sen onunla; komşuluk, yolculuk, veya ticâret yaptın mı?” diye sorardı.
Muhâtabı üçünü de yapmadığını söyleyince:
derdi.
Adamın da: “Evet, yâ Ömer! Benim gördüğüm öyle idi.” ifâdesi üzerine Hz Ömer; “O zaman medihte bulunma! Zîrâ ihlâs, kulun boynunda değildir.” Derdi.
***
Hanefi mezhebinin imamı
, kendisine satın alması için ipekli bir elbiselik getiren kadına malının fiyatını sormuştu.
Kadın:“Yüz dirhemdir, yâ İmâm!” deyince itiraz etti:
“Hayır, bu daha fazla eder...” dedi.
Kadın şaşkınlıkla yüz dirhem artırdı. İmâm-ı A'zam yine kabul etmedi. Kadın yüz dirhem daha artırdı, sonra yüz dirhem daha.. İmâm-ı A'zam:
“Yâ İmâm! Siz benimle alay mı ediyorsunuz?” demekten kendini alamadı.
Bunun üzerine İmâm, kadının, malın gerçek fiyatını öğrenmesi için işten anlayan birini çağırttı. Gelen kişi, elbiseliğin fiyatını beş yüz dirhem olarak belirledi ve İmâm-ı A'zam onu bu fiyattan satın aldı.
Ebû Hanîfe, fâize benzer bir durum olmasın diye alacaklısının ağacının gölgesinden dahî istifâde etmemiştir.
***
Ebû Hanîfe Hazretleri, ticaretle geçinen hayli servet sahibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticârî işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dairesi içinde olup olmadığını kontrol ederdi.
Bu hususta o derece hassastı ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman'ı kumaş satmaya göndermiş ve ona:
“Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat!” demişti.
Hafs da, malı İmâm'ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs'a:
Hafs'ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine İmâm, malın tamamını sadaka olarak dağıttı.
***
İstanbul'u fethinden sonra iki papaz Osmanlı esnafını tetkik için sabâhın erken saatinde bir bakkala giderek bir şeyler almak istediler. Bakkal onlara:
“Ben siftah yaptım. Siftah yapmayan komşumdan alın!” dedi.
Bunun üzerine diğer bakkala gittiler. O da aynı şekilde: “Ben siftah yaptım. Siftah yapmayan komşumdan alın!” dedi.
Böylece papazlar diğer dükkana gittiler. Aldıkları cevap hep aynı oldu. Nihayet ilk bakkaldan alışveriş yaptılar.
***
Dürüst ticaret yapınca kazanamayacağını düşünenlere malını defalarca köle satın alıp özgürleştirerek sıfırlayan ve tekrar sahâbenin en zenginlerinden olan
örnek olarak yeter.
Kandiliniz mübarek olsun…