|
Niye dayak yiyiyoruz?

Neden ABD ve Avrupa'nın şımarık çocuğu İsrail'den dayak yiyoruz?

Ümitsizlik, İslam âleminin kalbine öylesine yerleşmiş ki Ortadoğu'da 7 milyonluk küçük bir devlet, etrafındaki 200 milyon Müslümanın yaşadığı devletleri kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirdi.

Yüksek ahlâkımızı öldürdü, toplumsal menfaati bırakıp kişisel menfaata yöneltti.

Az bir kuvvetle, imandan gelen manevi gücümüz kırıldığı için, Avrupalılar beşyüz seneden beri üçyüz milyon Müslümanı kendile-rine esir etti.

Başkasının lâkaydlığını kendi tenbelliğimize özür zannedip "Neme lâzım" demeye başladık.

İslam âlemini son 200 yıldır maddi cihette ve sosyal hayatta geri kalmışlığa mahkum eden 6 tane hastalık var.

Birincisi: Ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

İkincisi: Doğruluğun siyasette ve toplumsal hayatta ölmesi.

Üçüncüsü: Herkesi düşman ilan etmek, kutuplaşmak..

Dördüncüsü: Aramızdaki nuranî bağları bilmemek.

Beşincisi: Çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdad (baskı).

Altıncısı: Şahsi çıkarları ön planda tutmak.

Bu altı dehşetli hastalığın ilâcı da "Altı kelime" ile şöyle;

1- Ümidi yeniden dirilteceğiz.

2- Doğruluk İslamiyet'in en esaslı özelliğidir. Onu yeniden hayatın esas unsuru haline getireceğiz.

3- Şahsi menfaati ön planda tutan siyasiler yüzünden doğru ile yanlış birbiri içine girdi. Dini siyaset üstü olarak göreceğiz.

4- Sevmek ve herşeyin iyi tarafını görmek İslâmiyet'in mizacıdır. Buna uyacağız

5- İmanın gereğine göre hareket eden bir insan zalimlere boyun eğmez. Başkalarına kul olmaz.

6- "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" yerine "Eğer ben ölsem milletim sağ olsun" diyeceeğiz.

Müslümanların dinlerine olan bağlılıkları arttıkça medeniyet noktasında ilerledikleri, azaldıkça da güçsüz kaldıklarını tarih ispat ediyor. Hristiyan dünyasının ise dinlerine bağlandıkça geri kaldığı, dinlerinden uzaklaştıkça da ilerlediğine tarih şahit.

Bediüzzaman Said Nursî otuzbeş yaşında iken (1900'lerin başlarında) Şam'da, Şam alimlerinin ısrarı üzerine Emevi Camisi'nde 100'e yakın Arap alimi karşısında yaptığı konuşmada Avrupalıların ekonomi, siyaset ve teknolojide nasıl ilerlediklerini buna karşılık Müslümanları geri kalmışlığa mahkum eden 6 hastalıktan ve bunların ilaçlarından bahsedi-yor. Maalesef o gün teşhis edilen hastalıklar bugün aynen devam ettiği gibi ilaçlar da kullanılmadan duruyor.

Dünya ekonomisi içinde İslam dünyasının yeri ne?

Günümüzde İslam dünyası denildiğinde 30 milyon km kareyi bulan bir yüzölçümü üzerinde, 1 milyar 200 milyonu geçen nüfusun yaşadığı İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) üyesi 57 ülke ve 80 civarında Müslüman topluluğu anlaşılıyor.

1.3 milyar insanla İslam dünyası, dünya nüfusunun yüzde 20'sini oluştururken, dünya milli gelirinin sadece yüzde 5'ine (yani 2.1 trilyon dolar) sahip.

Dünyadaki en büyük bin işletme arasında İslam ülkelerinden sadece 6 firma yer alıyor.

İKT üyesi 57 İslam ülkesinin 40 tanesinde, kişi başına milli gelir 2000 doların altında; yaklaşık 22'si ise en az gelişmiş ülke statüsünde, yani milli geliri 700 dolar ve altında.

İslam ülkelerinin kendi aralarındaki doğrudan yatırımların payı sadece yüzde 1.

Dünyanın hammadde kaynaklarının yüzde 40'ı, enerji kaynaklarının ise yüzde 65'ine sahip.

Petrol ve doğalgaz kaynakları ile enerji boru hatlarının önemli kısmı bu ülkelerde.

Dünyanın en önemli su geçiş yolları olan İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Suveyş kanalı, Hürmüz Boğazı, Malakka Boğazı kontrolleri altında.

İslam ülkeleri arasında son 35 yılda siyasi nitelikli olarak İslam Konferansı Teşkilatı, Arap Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi, D-8, ekonomik nitelikli olarak ise İSEDAK, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, İslam Kalkınma Bankası ve Arap Serbest Ticaret Anlaşması gibi çatılarda işbirliği yapıldı.

Ancak İslam ülkelerinin zirve toplantılarında alınan kararlar hem uygulanmadı hem de caydırıcı olmadı.

Bu ülkelerde tek ortak özellik, devlet-millet-aydın arasındaki kopukluk ile iktidarların meşruiyetlerini halk yerine dış küresel güçlerden alması oldu

İş'in sırrı O'nda


Atalarım Harun ve Musa deseydin ya!

Hz. Safiye (r.a) Müslüman olduktan sonra kendisine "Yahudi" denmesine çok üzülür.

Bir gün Resulullah, onu evinde ağlarken görüp sebebini sorduğunda Hz Ayşe ve Hz Hafsa'nın, "Bütün ezvacı tahirat arasında bizler daha üstünüz. Çünkü biz Resulullah'ın yalnız eşi değil aynı soydanız" dediklerini anlatır.

Hz Peygamber tebessüm ederek, "Sen de onlara benim de Atalarım Harun ve Musa peygamber, eşim de Muhammed deseydin ya" diyerek onu teselli eder.
18 yıl önce
Niye dayak yiyiyoruz?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi