|
“Hür tefekkürün kaleleri” düşmesin diye…
Dergileri, “hür tefekkürün kalesi” diye tasvir etmişti merhum
Cemil Meriç
, diğer yayın türleri olarak kitap ve gazete ile karşılaştırarak. Ona göre “kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz” kalıyordu. Kitap, smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür gibi. Kitap zamanın dışındadır, gazete ise ânın kendisi. Kitap, beraber yaşar, sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter.
Dergi ise belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür.
Kitap çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.
Bu yayın türlerinin ruhu, mahiyeti ve işlevi hakkında muhtemelen yapılmış en güzel tasvirler bunlar
. Ne kadar güzel ifade ediyor, ne kadar güzel yansıtıyor hallerini.
“Hazin bir kaderi dergilerin” diyor, bizde. “Çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihli olanları bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümidler, hangi heyecanlar gizlenmiş merak eden yok” diye devam ediyor.
Sadece bir cümlesini almak için daldım
“Bu Ülke”
nin ilgili bölümüne, kendimi daha fazlasını aktarmaktan alıkoyamadım.
Dergilerin kültür ve düşünce hayatımızdaki konumu veya durumuna dair daha esaslı veya bunun üstüne söz söyleyebilecekler beri gelsin.
Aslında bu yıl 12.si düzenlenen
Uluslararası Dergi Günleri
nden söz etmekti muradım. Geçtiğimiz haftanın bana göre en anlamlı etkinliklerinden biri Sirkeci Garı’nda bu yıl 12.’si gerçekleşen bu fuardı. 12’ye vasıl olduğuna göre artık yeterince gelenekselleştiğinden ve kendi rutinini oluşturmuş olduğundan söz edebiliriz. Üstelik bu etkinliğe öncülük etmiş olan
Asım Gültekin
geçtiğimiz yıl vefat etmişti. Yani bu sefer Dergi Günleri etkinliği başladığı günden bu yana ilk kez kendisinin organizatörlüğü olmaksızın, başkalarına devredilmiş bir görev olarak ifa edilmiş oldu.
Yine de bu yılki Dergi Günlerinin münhasıran
Asım Gültekin
adına düzenlenmiş olması çok hayırlı, çok anlamlı bir etkinlik olmuş.
Hem
Dünya Dergiler Birliği
hem de
Fatih Belediyesi
ne bundan dolayı teşekkür ederiz.
Tabii kitap fuarlarına çokça aşinayız ve bu kitapların yazarlarıyla birlikte okurlarıyla buluşmaları bugün kültür hayatımızın bir rutini gibi. Ama dergilerin bu şekilde özel gün ve mekanlarda topluca okurlarıyla buluşmasına aşina değiliz henüz.
O yüzden etkinliklerden birine beni ilk davet ettiğinde merhum
Asım Gültekin
’e hayretimi ve takdirimi ifade etmekten kaçınamamış, sırf nezaket olsun diye değil böyle bir fikrin bende uyandırdığı merak ve heyecanla icabet etmiştim.
O heyecanımın Asım’la birlikte gezdiğim bütün stantlarda harlanmış olduğunu çok iyi hatırlıyorum.
Tam da
Cemil Meriç’
in tasvir ettiği gibi, dergiler birer fikir mektebi gibi.
Okuyucusundan önce yazarlarını yetiştiren mektepler ve gerçekten fikrin en özgürce yeşerdiği mecralar ve okuyucusuyla da belli bir randevuyla buluşan müstakil şahsiyetler gibi.
Zamanı gelince çıkması gerekiyor, çünkü az veya çok belli bir okuyucuyla randevusu var. Bu randevuda buluşan okuyucu ve yazar grubu arasında da zımni bir sözleşme de var ne yazılacağı ve ne okunacağı hakkında.
Bu sözleşmeye iki taraflı sadakat dergilerin ömrünü de belirleyen önemli etkenlerden.

Çocukluğumdan beri kitap kadar dergi takip etmeyi de fikri hayatımın önemli mecralarından biri olarak tecrübe etmişimdir. Takip ettiğim düşünce, siyaset, edebiyat ve mizah dergileriyle bu zımni sözleşmeyi hep hissetmişimdir.

Gün geldi Ankara’da 1991 yılında arkadaşlarımızla birlikte Tezkire dergisini çıkarmaya başladık. Orada verdiğimiz bir söze hala bağlı olarak çıkmasına katkı ve destek sağlamaya çalışıyorum. Verdiğimiz söz İslami düşünce alanında tespit ettiğimiz süreklilik ve derinlik eksiğini kapatmaya çalışmaktı. 30 yıldır
Tezkire dergisi
o eksiği kapatma sorumluğunu hissederek çıkıyor. Bu esnada dergi gerçekten hür düşüncemizin kalesi gibi. Milel ve Nihal, Sivil Toplum gibi başka birçok dergiye de katkı verdim, vermeye devam ediyorum.
İhsan Süreyya Sırma
hocayla
Beyan Yayınları’
ndan kalkarak geçtiğimiz fuar alanında 315 derginin sergilendiğini öğreniyoruz.
Her biri kendi çapında ayrı bir mektep gibi, ayrı bir düşünce kalesi gibi işlemekte olan 315 dergi. Düşüncesi bile çok heyecan vermiyor mu?
Tabii her birinin ayrı bir hikayesi, ayrı bir alemi de var dergilerin.
Kimi çok zor şartlarda ciddi finans zorluklarıyla çıkıyor, kimi kamu desteği almış oldukça profesyonel bir anlayış ve imkanlarla yayınlanıyor
. Zorluklar da imkansızlıklar da dergi yayıncılığının, tecrübesinin toplamına dahildir.
Dergiciliği seçenlerin genellikle bunun zorluklarına da talip olmaları sözkonusu ve bu zorlukları aşma yolunda ortaya konulan fedakarlıklar dergilere can katıyor.
Sadece profesyonel bir anlayışla yayınlanan ve iyi desteklenen dergilerden çok fazla bir şey çıkmıyor aslında.
O destek çekildiğinde hemen yayın hayatından çekilen dergilerin mesajlarını da hatırlayan olmuyor günün sonunda veya hatırlansa da ona bulaşan desteğin niteliği sinmiş oluyor sayfalarına.

Bir saat uğrar çıkarız diye girdiğimiz fuardan 4 saatte çıkamadık, hiçbir standını üstünkörü geçemiyorsunuz. Hele İhsan Hoca’nın her stantta kurduğu diyaloglar, tanıştığı her dergi emektarının heyecanını paylaşması başlı başına görülmeye değerdi.

Bilhassa bazı lise öğrencilerinin çıkardığı, hiçbir amatörlük izlenimi vermeyen dergileri çok anlamlı buldum.
Kartal İmam-Hatip Lisesi’
nin birden fazla ve farklı dillerdeki dergileri, hele
M. Emin Saraç İmam Hatip Lisesi
öğrencilerinin
Siyer Gazetesi
çok zekice bir düşünceden hareket etmiş. Siyeri alabildiğine güncele taşımanın çok özgün bir yöntemi. Oralara emek veren öğrenciler için mutlaka paha biçilmez öğretici ve besleyici deneyimler olmuştur.

Hür tefekkürün kaleleri muhafızsız kalmayacak görünüyor.

#Cemil Meriç
#Asım Gültekin
#İhsan Süreyya Sırma
#Beyan Yayınları
3 yıl önce
“Hür tefekkürün kaleleri” düşmesin diye…
Çerez
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?