|
Alimin öldürülüşü

“Alimin ölümü alemin ölümü gibidir” buyurmuş yüce Peygamber, elhak.

Her Alim kendi ilmiyle, kendi irfanıyla, kendi söylemiyle bir alem inşa eder
. Dünyanın gidişatı nereye doğru olsa da o kendi alemindedir. Dünyanın gailesi içinde sorun zannettiğimiz şeylerden farklı sorunları, farklı bir dili, ayrı bir alemi olur alimlerin.
Gerçek alimlerden, bilim adamlarından zaman zaman kendi gark olmuş olduğumuz alemin işlerini daha da kolaylaştıracak bir bilgi üretmesini bekleriz.
Modern çağda,
üniversite-sanayi işbirliği
veya üniversite ve gündelik hayat diyaloğu deriz, üniversitelerimizi kendi gailelerimizin parçası kılarız. Onları bize gerçekten faydalı olacak bilgiyi üretmekten çok kendi hırslarımıza, gailelerimize tabi kılmanın çabasında oluruz.

Elbette bu tür çabalar tamamen yersiz değil, hatta gerekli de, ama zaman zaman bize kendimizi kaptırıp gitmiş olduğumuz dünya cenderelerinde, nihai akıbetimizi hatırlatacak hakikatten de giderek uzaklaştırabiliyor bu anlayışlar.

Belki üniversitelerin herşeye rağmen ilahiyat, felsefe ve sosyal bilimlerle birlikte bir bütün oluşturma gereği bazı durumlarda imdadımıza yetişebilir.
Yaptığımız bilimin bilgisi ve bilinci, ürettiğimiz bilginin sosyolojisi ve tarihi ve bizim nereye doğru gittiğimize dair bir arayış da eksik olmasın elbet.
Ama tabi bu bölümlerin de genellikle bilimler hiyerarşisi içinde o teknolojik bilgi ve iradenin kapanına takılma riski ve durumları çok fazla. İlahiyattan beklenen bu teknolojik boyutu meşrulaştırmak, dinselleştirmek ve kutsamak, iktidar isteğimize, “biz”, her kimsek, ona teolojik bir ambalaj sağlamak olmuyor mu çoğu kez?
Bu ortamda gerçekten kendine has zamanı, sorunları ve hassasiyetleriyle örülmüş alemi içinde yaşayan alimlere ihtiyacı kim hissedebilir?
Bir alimin ölümü bazen bunu hissettirmek için bir şok etkisi yapar. Yitip gittiği anda var olduğunu hissettiğiniz bir alem. Artık telafisi olmayacak derin bir kayıp hissine kapılırsınız.
Kapılırsanız yine iyi. Ya hiç buna da kapılmasanız. İşte o zaman işimiz iştir.
Norşin ulemasından Şeyh Abdülkerim Çevik
’in katledilişi şahsen bana bunları hatırlattı. Bitlis’in, medrese geleneğini aradaki bütün tarihsel badirelere rağmen sürdürmeye devam eden Norşin ilçesindeki medresesinde talebelerine ders verdiği esnada katledilen
Abdülkerim hoca, kendi alemini kurmuş, talep edene verebileceği sözleri, bilgisi olan bir alimdi.
Medrese geleneği içinde yetişmiş, bu geleneğin bütün müfredat icaplarını yerine getirdiği halde bununla yetinmeyip ilahiyat ve sosyoloji de okumuş kendine özgü bir profil ortaya koymuştu.
Bu, kendi alemi olsa da buna kapalı olmadığı anlamına geliyordu.
Dünyanın, Türkiye’nin ve kendi bölgesinin nereye doğru gidiyor olduğuna dair ciddi gözlemleri, tespitleri ve teşhisleri vardı ve en önemlisi ilmiyle amil biriydi. İlmi insanlara taşımak için insanların dilini de öğrenmek gerekiyordu.
Dünyanın gidişatı kitlelerin dilini alimlerin dilinden hızla uzaklaştırıyorsa, bu değişen dile yetişme ve o dilde hakikatleri ifade etme sorumluluğu alimlerindir, kitlelerin değil.

Medrese geleneğinin buna dair sıkça ifade edilen sorunları varsa da, Abdülkerim hoca hem bu sorunların farkındaydı hem de bu sorunların üstesinden gelme konusunda müstesna çabaları olan biriydi. Medrese tahsilinin üstüne ilahiyat ve sosyoloji eğitimi almış olması ve bölgede güncel gelişmelere müdahil olan aktif yaklaşımı bunu gösteriyor.

Abdülkerim hoca’nın katledilişine giden süreçte oynamış olduğu arabuluculuk işi çok ilginç bir sosyolojik roldür.
Merhumun halasının oğlu da olan
Fatih Sevgili
Diriliş Postası
’ndaki yazısında uzun uzun yazmış. Bölge halkı bir çok sorununu mahkemelere gitmeden hiçbir cezai yaptırımı olmayan bu arabuluculuk üzerinden halleder. Bir açıdan mahkemelerin yükünü hafifleten bu kurumun cezai yaptırımı olmadığı için taraflar neticesini kabul edip etmemekte özgürdürler ama genellikle bu kuruma müracaat edenler kolay kolay buradan çıkan sonuçlara itiraz etmezler. Bunun bir temyizi de yok, alternatifi veya fiili temyizi belki devletin mahkemesine gitmek şeklinde olabiliyor. Şimdiye kadar da bu arabulucunun verdiği karara razı olmamaktan dolayı böyle bir cinayet işlenmiş, hatta arabulucuya (şeyh, alim, imam, ağa, seyda) en ufak bir şiddet uygulama vakası yaşanmış değil. O yüzden Abdülkerim hocanın katledilişi çok sıradışı bir olay.
En piskopat tipoloji üzerinden bile gidildiğinde olayın seyri içinden böyle bir cinayete gidilmesini izah eden bir şey yok.
Katilin soğukkanlılıkla ortaya koyduğu gerekçelerin de pek inandırıcı olmadığını söylemeye gerek bile yok.
Abdülkerim hocanın kendi kişilik özelliğiyle ve etkinliğiyle sergilediği profilin birileri için rahatsız edici olma ihtimali ise çok.

4. gün katılabildiğim taziyesine hala insan selleri akıyordu. Taziyeye sadece bu büyük katılım bile Abdülkerim hoca nezdinde bir kurumun nasıl bir sosyolojik karşılığı olduğunu yeterince gösteriyor. Bir şekilde, siyasi gelişmelere fazla bulaşmadan, sessiz sedasız kendi halinde etkinliğini sürdüren bir kurum içinde kendine özgü yeni ve dinamik kişiliğiyle bir yeniliği temsil ediyordu Abdülkerim hoca.

Bu müthiş kurumsal geleneğin hayata daha aktif eklemlenme ihtimalinde neler olabileceğini görebilenler vardır elbet. Her gören de iyi niyetle görüp yaklaşmıyor.

Abdülkerim Hoca’ya Allah’tan rahmet, ailesine Norşin-Tillo-Siirt ilim ve irfan çevresine başsağlığı diliyorum. Allah şehadetini kabul etsin.

#Alim
#Katil
#Medrese
#Üniversite
4 yıl önce
Alimin öldürülüşü
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak