|
Çocukları dağa çıkarılan annelerin isyanı

Yaklaşık 17 ay öncesine kadar ülkenin rutini haline gelmiş olan şiddetin yok olduğu bir ortamda meselelerin çok daha kolay konuşulabileceğini, her türlü sorunun veya talebin çok daha kolay dile gelebildiğini de gördük. Aslında çözüm sürecini daha öncelere götürebiliriz. 2009 Ağustos ayında Beşir Atalay Demokratik Açılım sürecini ilan ettiğinde Türkiye"de artık bir Kürt sorununun kalmamış olduğunun da işaretlerini vermiş oluyordu.

Kürt sorunu denilen şey büyük ölçüde Kürtçe dili ve tanınma sorunudur çünkü. Her ikisinin de devlet söyleminde artık tanınmış olduğu ve Kürt siyaseti zemininde artık konuşulamayacak hiç bir şeyin kalmamış olduğu bir döneme girmiş olduğumuza göre sorunun Kürtlükle ilgili kısmı halledilmiş olmalıydı.

Nitekim öyle de oldu. Bugün Kürt siyasetinin marjı, yani tartışılabilecek, konuşulabilecek, ifade ve talep edilebileceklerin marjı alabildiğine genişlemiştir.

Kürtlük, diliyle, kültürüyle, itibarıyla ülkenin normal bir unsuru olarak yerini almış bulunuyor. En uç sayılabilecek anadilde eğitim konusu bile 30 Mart seçimlerinden bir kaç gün önce TBMM"nde çıkan yasayla en azından özel okullar için bir yol olarak tanınmış oldu. Bu okullara gösterilecek teveccüh, devletin bu okullara desteğini de zorlayabilir. Ancak bunun için gerçekten reel talebin ve tablonun görülmesi gerek.

Her şeyden önce gerçekten paralı olan ve genellikle anadilde eğitim talebini en çok dillendirenlerin kendi çocuklarını bu okullara göndermesini beklemek lazım. O kesimler genellikle kendi çocuklarını bu okullara göndermedikleri halde devlet eliyle bunun bir zorunluluk olarak benimsenmesini ve fakir fukara Kürt çocuklarına zorunlu olarak verilmesini istiyorlar. İstedikleri, yapmak istedikleri milliyetçiliğin yükünü yine fakir Kürt halkına çektirmek. Neticede, bir insan Kürttür diye Kürtçe eğitimi tercih etmek kendisine bir zorunluluk olarak dayatılamaz.

Bu konuda daha ileri bir adım atmanın önü kapalı değildir, ama bu adımın gerçekten sağlıklı olması ve özgürlüklerle başka türlü çelişmemesi için talebin net olarak görülmesinden başka yol yok.

Silahlı bir örgütün vesayetinin hala kendisini en ağır biçimde hissettirdiği bir ortamda reel talebin ortaya çıkması beklenemez. Ne yazık ki, çözüm sürecinde kendisinden beklenen silahsızlanma sözünü tutmayan bir örgütsel yapı var ve bu yapı sürecin içinden kendisine yönetecekleri bir alanın terkedilmesini sağlayacak şartların oluşumu hesaplarını yapıyor.

Çözüm sürecinde kendisinden silahsızlanma şartını yerine getirmesi beklenirken, tam tersi sahadaki varlığını daha da artırmaya yönelen örgüt demokratik özerklik dediği sürecin muhtevasını kendince manidar bir biçimde dolduruyor. Dağdaki silahlı unsurlarını yurtdışına çekmesi gerekirken süreç içinde dağa sürekli daha fazla eleman celbetmeye devam ediyor.

Çözüm sürecinin ruhuyla bağdaşan bir hareket değil bu. Ailelerinden zorla koparılarak dağa götürülen ve büyük kısmı 18 yaşın altında olan bu çocukların aileleri son zamanlarda ilk defa olmak üzere seslerini duyurmaya başladı.

Önce Diyarbakır"da bir anne, 23 Nisan"da pikniğe götürülen çocuğun oradan dağa kaçırılmasına tepki olarak bir eylem başlattı. Eyleminde muhatap olarak doğrudan BDP milletvekillerini ve belediyeyi alan annenin tepkisi üzerine örgüt çocuğu ailesine teslim etti.

Ardından yine Diyarbakır"da benzer durumda olan ve sayıları bugün itibariyle 9"u bulan çocukları dağa çıkarılmış anneler eylemlerine başladı. Muhatap aldıkları BDP-HDP milletvekilleri kendilerine "gurur duyun, çocuklarınız dağa çıktı" cevabı verince anneler, "çok düşkünseniz yanınızdan ayırmadığınız çocuklarınızla siz dağa çıkın" diyerek yeni bir hareketin söylemini dillendiriyorlar.

Kuşkusuz burada HDP milletvekillerinin çözüm sürecine karşı bu lakaytlıkları kadar, 30 yıllık süreç içinde ilk defa ortaya çıkan annelerin isyan hareketi de çok manidar. Bu hareketin yıllarca açığa çıkmak için fırsat kolluyor olduğunu biliyoruz. Eylemci kadınlardan birisinin 14 yaşındaki çocuğu üç yıl önce PKK tarafından dağa çıkarılmış. 14 yaşındaki çocuklardan üretilen bir militan hareketi Kürt sorununu değil sadece terör sorununu işaret eder.

Esasen BDP veya HDP"lilerin anladığı manada bir demokratik özerklik fiilen uygulama alanı buldukça örgüte fiilen tabi olanların dışında hiç kimsenin güvende olmadığı, hiç bir ifade ve varlık hakkını kullanmadığı bir durumdan bahsetmiş oluyoruz. Bölgedeki üniversitelerde başka öğrenci gruplarının faaliyetleri bu mantıkla ve şiddetle engelleniyor, örneğin. Geçtiğimiz hafta Lice"de ve Siirt Üniversitesinde yaşananlar bu açıdan çok ilginç. Mısır"daki idamları kınamak üzere toplanıp bildiri okumak isteyen öğrencilere HDP"li bir grup engel olmak istiyor, gerekçe de Siirt Üniversitesi"nde kendilerinden izinsiz bu tür hareketlere geçit verilemeyeceği diye ifade ediliyor.

Demokratik özerklik böylece, belli bir örgütsel yapının kendine derebeylik süreceği bir alan bırakılmasını istemekten farksız, kaba bir gücün gösterisine dönüşmüş oluyor.

10 yıl önce
Çocukları dağa çıkarılan annelerin isyanı
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak