|
FETÖ’nün 16 Nisan kampanyası

Referanduma doğru hızla yol aldığımız bu günlerde “hayır" kampanyasının en aktif ve etkili çalışanlarının FETÖ olduğu görülüyor. CHP'nin bu kampanyada söylediği ve akılda kalan hiçbir fikir veya argüman yok. Ezberlenmiş bir zikir gibi telaffuz edilen “tek adam", “diktatörlük" gibi lafların bir kelime ötesi yok. Kılıçdaroğlu'nun “başbakan bir partiden, cumhurbaşkanı başka bir partiden olduğunda ne olacağını niye anlatmıyorlar?" sorusu, bizzat kendisinin bile yapılacak değişikliğe ne kadar ilgisiz ne kadar yabancı olduğunu gösterdi zaten.



O saatten itibaren aslında CHP referandum tartışmasından fiilen düşmüş oldu

. Kılıçdaroğlu'nun kendini savunmak için yaptığı açıklama da zaten AK Parti ve MHP'nin baştan itibaren kuvvetler ayrılığı ve yürütmedeki fren-denge mekanizmasıyla ilgili tezlerini bilmeden doğrulamış oluyordu. Çünkü ilk turda seçilemeyen bir cumhurbaşkanının mensubu olduğu partinin parlamentoda yasamayı tek başına yapamayacak bir sayıda kalmasının cumhurbaşkanını zayıflatacağını ve bunun bir sorun oluşturacağını söyleyiverdi Kılıçdaroğlu. Aslında böylelikle, bu ihtimalin sürecin başından beri bıkmadan tekrarladığı “tek adam" veya “diktatör" ihtimalini yok ettiğini görmeyip alışık olduğu üzere yine yürüyen merdivenlere tersten binmiş oldu.



Dolayısıyla CHP'nin düşmüş olduğu bir durumda “hayır" kampanyasının asıl büyük yükünü FETÖ'nün

(ve hakkını yemeyelim doğuda son zamanlarda sahaya daha etkili girme teşebbüsleriyle PKK'nın)

sırtladığını görüyoruz.


FETÖ ise kendi kampanyasını sadece referandumda “hayır" oyu vermeye teşvik etmek üzere kullanmıyor.

Şeytani zekası ve hareket tarzıyla yürüttüğü kampanyayla Türkiye'ye karşı uluslararası çevreleri kışkırtarak hareket ediyor

. Dış istihbarat örgütleriyle iş tutuyor, dış basını Türkiye aleyhine yönlendirecek her türlü manipülasyonu yapıyor ve kötü bir Türkiye algısı üretebilmek için elinden geleni yapıyor

. Kendini kurtarabilmek için Türkiye ile bütün dünyanın arasını bozmaya ahdetmiş gibi.


17-25 Aralık yargı darbesi girişiminin omurgasını oluşturan Halk Bankası davasını Amerika'nın gündemine taşıyarak Türkiye'yi Amerikan yargısına yargılatma ihanetini bile üstlendi. Bugünlerde Halk Bankası'nın genel müdür yardımcısının Amerika'da tutuklanmasına yol açan süreç tamamen FETÖ'nün kışkırttığı bir süreç.

Bu hareketiyle ihanet çıtasında ulaştığı seviyeyle ne kadar övünse az.


Avrupa ülkelerinin Türkiye'deki “hayır" kampanyasında bütün ilkelerini, kriterlerini ve teamüllerini hiçe sayarak, askıya alarak yer almalarında FETÖ'nün katkısı da inkar edilemez bir gerçek.



Almanya'nın Türkiye'ye karşı ortaya çıkan tutumunda FETÖ'nün Almanya içinde oluşturmaya başladığı paralel sızmaların önemli bir payı var.

Ancak bu paralel sızmalar Almanya içinde de ciddi bir devlet krizine yol açacak gibi görünüyor. Çünkü dünkü yazısında arkadaşımız

Abdullah Muradoğlu'

nun detaylarıyla ortaya koyduğu gibi,

FETÖ, Türkiye'de yaptığı paralel sızıntılarla aynı yolu deneyerek Almanya içinde de fitnesini tesis etmiştir.


Devlet hiyerarşisini Almanya'nın güvenliğini ve resmi dış politikasını tehlikeye sokacak şekilde etkilemeye çalışmış neticede Almanya ve Türkiye arasına bir fitneyi sokmaya çalışmıştır.

Almanya'nın siyasi aklının yol yakınken bu etkinin farkına varıp kendi tedbirlerini alması hem kendi hayrına hem de iki ülke ilişkilerinin hayrına olacağı açıktır

.



FETÖ'nün 16 Nisan referandumu için tek hazırlığı bunlar değil tabii. Türkiye'de de başka türlü etkili olmaya çalışıyor. Alttan alta sürekli bir darbe ihtimalini toplumun gündeminde canlı tutmaya çalışıyor olduğu gözden kaçmıyor.

Bütün unsurlarıyla ülkeye ve millete her türlü zararı verip her türlü ihaneti yapabileceklerinden zaten kimsenin kuşkusu yok.

Ulaştıkları takiye performanslarıyla her kılığa girebildiklerinden de. Ancak darbe veya yeni bir kalkışma ihtimalini gündemde tutmaları, neticede kendilerine karşı alınacak daha etkili tedbirleri harekete geçireceğinden dolayı, gerçekten darbeye hazırlanan aktif bir ekibin akıl kârı olamaz. Gerçekten darbe yapacak bir cunta, darbe girişimini bu kadar aleni bir biçimde önceden ihbar etmez. Hatta mümkün mertebe bunu gizlemeye, kamuoyunu yanıltarak darbe anına kadar uyutmaya çalışır.



O yüzden bu söylentilerin amacı bir darbenin önden meydan okumasından ziyade bir psikolojik harp taktiği olarak okunmalı.
Bu harbin en önemli amacı bir yandan kendi taraftarlarının psikolojisini yüksek, kuyruğu da dik tutmak, bir yandan da toplumda ciddi bir güven bunalımına yol açarak karşı cepheye bu şartlarda olabilecek en büyük zararı vermektir.


Doğrusu “güven" bir toplumun en güçlü sosyal sermayesidir. Birbirlerine güvenini kaybetmiş insanların birlikte ortak bir işi başarmaları mümkün olmaz. Sinerjisi güçlü, kurucu iradesi olan bir topluma verilebilecek en büyük zarar da birbirlerine güvenlerini yok edecek hamlelerdir.



Su uyur, düşman uyumaz. Son derece uyanık olmak lazım o yüzden. Ancak bu uyanıklık aynı cephede savaşanların birbirlerine güvenlerini aşındırmasına, yok etmesine de fırsat vermemeli.


Bir firmanın 1 Nisan reklamı üzerinden hızla harekete geçen darbe karşıtı duyarlılık her şeyden önce, toplumdaki teyakkuzun seviyesini göstermek açısından umut vericidir. Bu münasebetsiz reklamın gerçek amacı veya niyeti üzerinde gerekli soruşturmalar elbette yapılacaktır.

Ancak bu vesileyle FETÖ'cü unsurların toplumu küstahça tehdit etmek ve toplumda bir tedirginlik oluşturmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor olduklarına dikkat etmek gerekiyor.


B

u taktikle hedefledikleri şey toplumsal güven ve inançtır.

Toplumu kendileri gibi hainlere, darbecilere ve uşaklığını yaptıkları emperyalistlere karşı en dirençli kılan duyguları hedef alıyorlar. Buna elbette teslim olmamak gerekiyor. 15 Temmuz zaferini ortaya koymuş bir toplumun bunlara pabuç bırakmayacağını herkes bilmeli.

#FETÖ
#16 Nisan
#Referandum
7 yıl önce
FETÖ’nün 16 Nisan kampanyası
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi