|
İsrail istisnacılığı ve antisemitizm

İsrail devletinin mevcudiyetini ve yaptıklarını hiçbir hukuk mantığıyla haklılaştırmak mümkün değildir. Buna rağmen İsrail hukuk ve adaletin bütün ölçülerini çiğnemeye doğal bir hak sahibi görüyor kendisini. İşin tuhafı, bugünkü dünyada hukuku mümkün kılan egemen güçler de, imtiyazlara dayalı bu hakkı teyit edip duruyor.

19. yüzyılda Avrupa'da nükseden anti-semitizm 20. yüzyılda Hitler'in Holocaust teşebbüsüyle zirvesine ulaşmıştı. Ancak Avrupalıların İsrail'e bir vatan bahşetme projesi, çok önceden başlamıştı ki, savaşın hemen ardından, 1947 yılında Filistin topraklarının işgal edilmesi ve halkının da sürgün edilmesi suretiyle gerçekleşmiş oldu. Çünkü 19. yüzyılın sonundan itibaren zaten Avrupa'nın gündeminde bulunan Siyonizm, II. Dünya savaşının bütün şartlarını kendi projesini gerçekleştirmenin zemini olarak başarıyla kullandı. Soykırıma tabi olduğu bir savaştan, dünyanın en değerli bölgesinde bir vatan kazanarak çıkmış olması yeterince düşündürücüdür. Diğer yandan ırkçı anti-semitist günahlarının kefaretini Yahudilere karşı hiçbir günahı olmayan Filistin halkına ödetince Avrupa bu işin içinden ak sütten çıkmış kaşık gibi sıyrılmış saydı kendisini.

Yahudilerin başına asırlarca Avrupa'da gelmiş ayırımcı uygulamalar, kendilerine ait bir vatana sahip olmaları için haklı nedenler telkin ediyordu. Ancak Yahudiler hiçbir zaman sadece bir vatan talep etmediler, vatan olarak illa ki Filisin topraklarını istediler. Çünkü dünyanın neresine giderlerse gitsinler, üzerinden kaç asır, kaç nesil geçmiş olursa olsun, bu bölgeyi kendilerine ait görüyorlardı. Takip ettikleri dini düstur, onlara bu vatanı elde etmeyi hedef gösteriyordu. Bu dini metne riayet, açıkçası başka insanların kaçınılmaz olarak mutsuz kılınmasını gerektirecekti. Eğer gerçekten laikliğin uygulanmasının bir fayda temin edeceği bir yer varsa buradan başkası değildir. Dini özgürlüklerin, başkalarının hayatlarına, düzenlerine, mutsuzluklarına mal olabildiği daha çarpıcı bir örnek yoktur belki de. Aydınlanmasını 150 yıl önce tamamlamış olan ve hızla modernleşme yolunda ilerlemekte olan Avrupa, dünyanın her tarafına ve bilhassa İslam dünyasına laikliği bütün katılığıyla empoze ederken, dünyanın bütün düzeninin dini esaslara, Yahudi dininin esaslarına göre düzenlenmesini kendi elleriyle sağlamış oluyor. Kendi ülkesinde istediği kadar laiklik uygulasın, İsrail'in var olduğu bir dünyanın kendisi laik olmadığı için Avrupa'nın laiklik iddiası da bir yalandan ibarettir ve bu tür bir laikliğin işlevleri üzerinde tekrar düşünülmelidir.

2500 yıl önce büyük atalarının çıkarılmış olduğu yerlere tekrar dönme ısrarı, Avrupa halklarının Yahudilere kefaret ödemeye dayalı hümanizmi adına bir hakka dönüşebilmiştir. Dolayısıyla İsrail'in varlığı, hukuka aykırıdır, çünkü 2500 yıl önceki bir toprağın hesabından hiçbir hukukta bugün hiç kimseye hiçbir hak düşmez. İsrail laikliğe aykırıdır, çünkü bütün varlık sebebini bir dinin esaslarına dayandırıyor. İsrail tarihe aykırıdır, çünkü tarihin akışını tersine çevirerek anakronik bir hayat tecrübesini tesis etmeye çalışmaktadır. Çıktığı yere geri dönmeye, yani olmayacak bir şeyi yapmaya çalışıyor. İsrail devletinin kurulmuş olması bu dönüşün tamamlanmış olduğunu değil, sadece dönüş yolunu, sonuçta kendini yok etme pahasına, fazlasıyla zorlamış olduğunu gösteriyor. İsrail bütün bunlardan dolayı akla da, insan haklarına da demokrasiye de aykırıdır. Bölgenin bütün demokratik gelişmelerini bloke etmiş durumdadır. Seçimle iktidara gelmiş bir kabineyi neredeyse bütün üyeleriyle kaçırmanın sembolik anlamı, bölgedeki demokrasinin de hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmamasıdır.

Bütün bu aykırılıklarıyla İsrail, AB ve ABD'in suç ortaklığıyla mümkün olabilmiştir. Bu kadar aykırılıkla mümkün olabilen bir şeyin devamı tabii ki daha da zordur. Aslında 60 yıllık devlet tecrübesi sonucunda fiili bir durum oluşmuştur. Akla uygun olmayan gerçekleşmiştir. Başka yerlerden gelip yerleştirilenlerin yanı sıra bu topraklarda doğup büyümüş bir İsrail halkı oluşmuştur.

Filistinliler için kabullenilmesi ne kadar zor olsa da, tarihin akışı, burada iki toplumlu, iki devletli bir varlığı zorunlu kılıyor. Müslümanlar tarihin akışına karşı mukabil bir Siyonist tutum içinde olamazlar; bundan sonra İsrail'in dayatmacı olmayan, daha adil bir zemindeki bir çözüme sadık kalması halinde tarihi tersine çevirecek rövanşist bir tutumda ısrar etikleri de yok. Seçimlere katılan Hamas zamanla bu durumu kabullendiğini yetkililerin ağzıyla ilan etmeye başlamışı.

İsrail'in son saldırılarının tam da Hamas'ın belli bir uzlaşma zeminine hızla yaklaştığı bir ortamda gelmesi İsrail'in kendi varlık şartlarını fazlasıyla zorladığını düşündürüyor. İsrail bu şartları zorladıkça onun akla, hukuka, tarihe ve insanlığa aykırı varlığı da daha fazla akla gelecektir. O saatten sonra "antisemitizm" kalkanı da onu korumaya yetmez.

18 yıl önce
İsrail istisnacılığı ve antisemitizm
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset