|
Kur’an, Sünnet ve tekrar

Kur’an ayı olarak idrak etmemiz gereken Ramazan ayında bir Müslüman öznelliğinin merkezi ve kaynağı olarak Kur’an hakkında düşünmeye, bilmeye devam edelim diyerek kaldığımız yerden devam edelim.

23 yıl boyunca doğuşuyla gelişimiyle, Medine’de bir siyasi güç oluşuyla, savaşıyla, barışıyla, fetihleriyle ve ailesiyle, ekonomisiyle, eğitimiyle, ibadetiyle, sosyolojisiyle teşekkül eden bir toplumsal hayatla iç içe, diyalog halinde nazil olmuş bir Kitaptır Kur’an. Kuşkusuz canlı hayatla olan bu diyalogu metnin tarihselciliğiyle ilgili düşünceleri cezbediyor. Daha önce de söylediğimiz gibi, metnin belli olaylara cevap olan boyutu onun olumsallığı fikrini de akla getirmiştir. Yani bazı ayetlerin inişine yol açan hadiseler yaşanmamış olsa o ayet inmeyecekti veya başka olaylar olsa, peygambere başka sorular sorulsa metnin içeriği de başka türlü olacakmış gibi.

Tabi bu düşünce, her şeyden önce 23 yıl boyunca yaşanan her hadise üzerine bir ayet inmemiş olduğunu ıskalıyor. Öbür türlü elbette çok daha hacimli bir kitapla karşı karşıya kalırdık.

İkincisi, ayet ve surelerin çoğu herhangi bir olay veya soruyla ilişkilendirilemiyor. Bunların da çoğunun sadece iniş tarihi ve ortamı hakkında bazı bilgiler vardır, esbap diye nitelenebilecek bir olay veya soru yok.

Üçüncüsü, aslında Kur’an’ın bu diyalojik niteliğinin onu tarihsel kıldığına dair varsayım çok naif ve basit bir anlayıştır. Evrenselin tam da tarihsel hadiselerin içinde içkin tabiatını görmemiş oluyor. Esasen klasikleşmiş, bugün için bile bize bir şeyler söyleyen bütün nitelikli metinlerin böylesine diyalojik bir üslupla yazılmış olduğunu burada hatırlayabiliriz. Mesela Platon’un Socrates’e isnad ettiği meşhur diyaloglarının eski Yunan hakkında önemli tarihsel bilgiler veriyor olduğu doğrudur, ancak o metinler gücünü büyük ölçüde bu diyalojik tarzından almaktadır. Diyalog sadece metnin yazılış yönteminden kaynaklanmıyor, felsefenin muhatap olunan insanlarla olan etkileşimiyle ortaya konulmasından da kaynaklanıyor. Socrates’e soruları soran çoğu kez tam da okuyucunun aklına geleni sormuş oluyordur. Orada metin, okuyucunun da hemen içine dahil olduğu bir diyalog şeklinde ilerler ve tabi sorulan soru ne kadar basit ve özel olsa da verilen cevaplarla bir bütün olarak insanlık durumuna ait evrensel bir örnek olaya dönüşüyor.

Kur’an’ın bu diyalojik yapısının onu, modern anlamda, sistematik bir kitap olmaktan uzaklaştırdığı bile söylenmiştir. Hatta bazı İslam modernistleri bu sistematik eksikliğini bile eski zaman kitaplarına uygun olarak kitabın tarihselliğinin göstergesi gibi almışlardır. Sistematik eksikliğinin işareti, konular arasındaki rastgele gibi görünen, konudan konuya atlayan geçişler ve sure büyüklükleri arasındaki farklar.

Tabi bir hayat kitabı olan Kur’an’ın, hayatın kendisinde var olan bu konu dağınıklığına, içiçeliğine, dalgalılığına en mükemmel karşılığı böylece en güçlü biçimde veriyor olduğunu görmek gerekiyordur. İnsan salt akıldan ibaret değil ki, ona salt akılla hitap edilsin. Akıl dediğimiz şey de bir salt akıl değil, duygularla içiçe bir meleke. Yarattığını en iyi bilenin ona en iyi hitap edecek sözü de söyleyeceğine güven duymak kuşkusuz inanmanın en temel koşulu. Can kulağıyla dinlediğinde insan, aklına da duygularına da hitap edeni, bunları birbirinden ayırt etmeye ihtiyacı olmaksızın, bunu aklına bile getirmeksizin alıyor alacağını.

Bu sistematik eksikliği algısının bir kısmı da Kur’an’ın iniş kronolojisiyle ilgilidir. Malum, Kur’an bir Mushaf olarak indiği sıraya göre düzenlenmemiştir. Hatta ilk inen sureler kitabın son cüzünde yer alır. En son inen sure veya ayetler ise başa alınmıştır. Kuşkusuz iyi irdelendiğinde bunda bir mantık bulmak mümkündür ve zaten müfessirler bunun mantığını mushafın bu şekilde tertip edilmiş olmasındaki hikmet diyerek uzun uzun anlatmaya çalışmışlardır. Tabi her hikmet açıklamasının sonunda “Allah daha iyisini bilir” ihtiyatını da elden bırakmadan.

Bu açıklamalara karşılık, Kur’an’ı iniş sırasına göre tespit edip bir de böyle okumayı teklif eden yaklaşımlar da oluyor. Öncelikle Kur’an ilimleri çerçevesinde Kur’an hakkındaki her bilginin titizlikle derlenip kaydedilmiş olduğunu ve böyle bir sorunun cevabının da bir şekilde bir kenara konulmuş olduğunu kaydetmek gerekiyor. Yani Kur’an ayetlerinin nüzul sırası da, Mushaftaki tertib farkının kaynağı ve hikmetleri üzerinde de epeyce durulmuştur. Ancak modern dönemde Kur’an’ın iniş sırasına göre yeniden okunmasına ayrı bir rağbetin olduğunu görebiliyoruz. Kuşkusuz bu rağbetin nedenleri üzerine de düşünmek gerekiyor.

Böyle bir okumanın Peygamber’in siretini doğrudan vahy kaynaklı olarak daha iyi anlamaya yardımcı olabileceği de söyleniyor. Yani Peygamberin hayatını Kur’an üzerinden takip edip tescil etme arzusu. Böylece siyere karışmış olabilecek yanlış rivayetlerin ayıklanması veya belli bir düzene kavuşturulması sağlanacaktır. Hadislere karşı kuşkuculuğun artması oranında güçlenen bir yaklaşım olduğunda kuşku yok. Tabii ki tartışılır.

Bir başka neden de neticede bir İslam topluluğunun doğuş tecrübesini bugün daha iyi anlamak ve hatta en otantik şekliyle tekrarlayabilmek için bunun daha uygun olabileceği düşünülüyor. Doğuş anını anlamaya çalışma çabası elbette anlaşılabilir ancak “tekrarlama” arzusu karşısında durmak gerekiyor. Neyi tekrarlıyoruz, nasıl tekrarlıyoruz? Sünnete tabi olmak bir tekrar mıdır? Bir tecrübe aynı şekilde başkaları tarafından nasıl tekrarlanır?

Tam da bu tekrarlama, yani ilk Müslüman topluluğunun doğuş tecrübesini aynen yeniden yaşamak üzere böyle bir Kur’an okuması arayışının, Kur’an’ın neden iniş sırasına göre tertip edilmemiş olduğunu açıkladığını düşünüyorum.

Nasıl mı? Demek ki devam edeceğiz.

#Medine
#Müslüman
#Socrates
#Kur’an-ı Kerim
4 yıl önce
Kur’an, Sünnet ve tekrar
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset