|
Macron’un psikolojik krizi

Geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un İslam üzerine sarf ettiği sözler, içerik ve tutarlılığı itibariyle hezeyan olarak geçiştirilebilecek türden laflar. Ama sözlerin sarf edildiği zaman, ortam ve sarf edenin sicili geçiştirmeye müsaade etmiyor. Psikolojide bilinçaltının da hezeyanların da bir karşılığı vardır.

Macron’un İslam’a atfettiği kriz onun her şeyden önce psikolojik hallerinin bir yansıması. Bir İslam korkusu ve nefreti olduğu çok açık. Kurmak istediği ve kontrol ettiği dünyada mevcut haliyle İslam eğreti duruyor, uyumsuzluk sergiliyor. Kılığıyla, kıyafetiyle, yaşam tarzıyla, felsefesiyle İslam, Macron’un dünyasında hayat konforunu bozan, göz zevkini berbat eden, ruh halini bozan bir fazlalık gibi. Onu tamamen yok etmek gerektiğini söyleyemiyor da, değiştirmek gerekir diyor. İslam’ı olduğu gibi kabul etmeyenlerin tarih boyunca sergiledikleri cehaletten kaynaklı kibirle onu değiştirmekten, kendisine uydurmaktan bahsediyor. İslam reformu da tarih boyunca hep bu şekilde gündeme gelmedi mi?

Macron’un bu sözlerini, hükümetin gündeminde olan “ayrılıkçı fikirlerle mücadele”ye ilişkin bir konuşmada sarf etmiş olması olayı daha da manidar kılıyor. Üstelik bu konuşmasında Macron, hedefinin ülkede Müslümanların ayrımcılığa uğramaması olduğunu, ama bunun için “İslamcı ayrılıkçı fikirlerle mücadele” edilmesi gerektiğini de söylemiş. Konuşmasında ayrıca

“ayrılıkçı” fikirleri savunan İslamcı ideolojinin sorunlu olduğunu, bu kişilerin kendi yasalarını Fransa’nın yasalarından üstün gördüğünü de savunmuş.

Ayrılıkçı uygulamalara veya fikirlere karşı çıkarken vatandaşlarının en az yüzde 10’unu oluşturan Müslümanların tamamını böyle bir töhmet altında bırakmak, tipik bir Aydınlanmış cehalet örneği. Bu yüzde onluk Fransız vatandaşı Müslümanların kendi ülkesinde ne işi olduğunu sorarak mı başlayalım Macron’a ve Fransız emperyalizmine sicilini okumaya?

Bu Müslüman vatandaşların büyük çoğunluğu Fransa’nın sömürdüğü Kuzey ve Orta Afrika’dan gelenler.

Onları kendi ülkelerinde iliklerine kadar sömürürken hiç ayırımcılık yapmadı Fransa. Hiç birini insan yerine koymayarak eşitlik anlayışını sergiledi. Ülkelerinin bütün kaynaklarını yamyamca sömürürken hepsinin kimliğine, diline, mahremine, namusuna hiç ayırım yapmadan tecavüz etti.

Fransa’da bulunan Müslümanlar Fransa’nın sömürgeci, ayırımcı, insanlık dışı sicilinin şahididir. Rahatsızlık vermeye devam edecekler elbet. Çünkü ne yaparsa yapsın ruhları ve geleceği teslim alamayacağını göstermek üzere vardırlar. Onların atalarından çalmış olduklarıyla kurduğu, halen de çalmaya devam ettikleriyle sürdürmeye çalıştığı konforun bir karşılığıdır bu. Üstelik yanlış anlaşılmasın, bu insanların ülkesindeki varlığı değil sorun üreten. Sorun onları her gün ülkesinde görürken Macron gibilerin duydukları rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığın kaynağı ise bu geçmişin ürettiği korkudadır.

İslamofobi, yani İslam korkusu, özellikle sömürgeci geçmişi olan ve sömürgecilikleri halen devam eden ülkelerde, Aydınlanma kibri içindeki ülkelerde, ciddi bir ruh hastalığıdır. Bu hastalık bir suçluluğun işaretidir. Öldürdüklerini düşündükleri bir mazlumun hortlayıp intikam alabileceğine dair duydukları bir korkudan besleniyor.

Kendisi de bir Fransız olan Yapısalcı psikanalizin kurucusu Jacques Lacan, filmlerde, hikayelerde hortlaklardan en fazla korkanların katiller olduğunu söyler. Bugün Batı dünyası defalarca öldürdüğünü düşündüğü İslam’ın her gün her tarafta daha görünür hale gelmesi bir kabus etkisi yapıyor. Bir intikam hakkını kendileri tanıyorlar İslam’a. İslam’ın kendisi bir intikam peşinde olmasa da, her şeye rağmen insanlık için barış ve merhamet mesajları vermeye devam etse de, onun bizatihi varlığı bu intikam ihtimalini bir korkuya dönüştürüyor. Çünkü yüzyıldır Müslüman halklara neler çektirdiklerini onlar da çok iyi biliyor.

Esasen, Aydınlanmanın bütün iddialarının yalan olduğunu bizzat Avrupalılara anlayacakları dilden anlatanlar da yine yeni Fransız düşüncesinin isimleri oldu. Postmodernist veya postyapısalcı olarak da nitelenen bu düşünürler modernizm ve Aydınlanmacılığın sahteliğini Fransa’nın Cezayir’deki uygulamalarında yaşayarak görmüş isimler. Camus, Althusser, Foucault, Derrida, Guattari, Deleuze’un yazıp söyledikleri, özelde Fransa’nın, genelde bütün bir Batı modernizminin özündeki cehaleti de, ırkçılığı da, putperestliği de ortaya koymuştur.

Bugün Macron’u böyle konuşmaya sevkeden şey bu psikolojiden bağımsız değil. Bu psikoloji, her gün yaşadığı olaylarla peşini bırakmayan bir kabusa dönüşüyor. Nitekim geçtiğimiz hafta Mali’de el-Kaide’ye yakın bir örgütçe “rehin tutulan son Fransız” olarak lanse edilen insani yardım aktivisti Sophie Petronin’in kurtarılması veya serbest bırakılması olayını İslam karşıtı bir şova dönüştürmek isteyen Macron, Petronin’in daha havaalanında Müslüman olduğunu ilan etmesiyle yaşadığı şok, kaderinin onun peşini bırakmadığının sembolik bir temsili gibi oldu.

Sakınan göze kıymık batar gibi, Petronin, isminin artık Sophie değil Meryem olduğunu söyleyince Macron yapmayı düşündüğü basın toplantısını iptal ederek hızla havaalanından uzaklaştı.

#Emmanuel Macron
#İslamofobi
#Meryem
3 yıl önce
Macron’un psikolojik krizi
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti