|
Müzdelife’den Akabe’ye

MEKKE. Arafat’ta vakfeye duran insanlar büründükleri ihramlarıyla her tür sınıfsal imtiyazdan, kültürel, ulusal, etnik, mesleki, statü ve tabakalara dayalı, bu dünyada edinilmiş bütün ayırt edici, fark oluşturucu, mesafeler yaratan niteliklerinden soyunurlar.


Doğduklarında bir kez bütün insanların yaşadıkları eşitlik bir de ölürken yaşanır ya. İşte Arafat, ölmeden önce ölmenin festival atmosferindeki bir tecrübesidir. Ölmeden önce dünyadaki bütün kazanımlardan, imtiyazlardan, farklardan sıyrılabilmek, bütün bu statülerin ve fark oluşturucu varlıkların bize emanet olduğu bilincini yaşayabilmek, bunu da her yıl milyonların katılımıyla böylesine muhteşem bir gösteriyle ortaya koyabilmek.... Üstelik bunu çoğu kimse düşünerek yapmaz, herkes katıldığı bu canlı temsili bütün gerçekliğiyle hisseder. Arafat’ta, Müzdelife veya Mina’da yapılan duanın çok özel olduğuna inanılır. Orada şeytanın gerçekten var olduğuna ve recmedilirken atılan taşların onu gerçekten zayıflattığına inanılır.

Grup veya kafile hocaları, rehberleri, genellikle fazla entelektüel kaçacak şekilde, buradaki şeytanın nihayetinde bir “sembol” olduğundan dolayısıyla daha büyük bir taşla Şeytan’a daha büyük bir zarar verileceğinin düşünülmemesi gerektiğinden dem vurur. Oysa hacılar için sembol izahı daha az anlam ifade eder. Onlar Allah’ın kendilerinden istediğini yapmakla yükümlü olduklarının yeterince idrakindeler. Allah şeytanı taşlayacaksınız diye buyurmuşsa, bu taşlamanın mutlaka bir karşılığı vardır ve aslolan O’na tam bir teslimiyet içinde hac menasikini tam tamına O’nun, Hz. İbrahim veya Hz. Muhammed (s) eliyle bize emrettiğini, emrettiği şekilde yerine getirebilmektir.

Haccın aslında bu kısmının tam da İbrahim’in şeytanın vesveselerine “Akıl ve mantık ölçüleri” içinde bolca maruz kaldığı imtihanının herkes için kendi dünyasında tekrar tekrar gerçekleştiği, tekerrür ettiği bir tecrübe boyutu var. Hacca katılan insanların her bir insan tekinin şeytanla da biricik bir tecrübesi gerçekleşir. Şeytan herkese aynı yerden, aynı açılardan yaklaşmaz. En akıllılara alabildiğine aptalca noktalardan da yaklaşır. Kimini tevazuyu öğrenmesi gereken bir hac tecrübesinden kibrini kabartarak çıkartmanın yolunu bulur. Kimini bütün insanlar arasında eşitliği yaşayarak hissederek çıkması gereken bu yolculuktan tam bir ırkçı olarak çıkarmayı başarabilir. Şu millet ne pismiş, bu millet ne tembelmiş, varsa yoksa bizim milletimiz, hatta varsa yoksa bizim dindarlığımız diye başlayan muhabbetler hac yolculuğunun en talihsiz sonuçları olabiliyor. Onun için haccın bir teslimiyet imtihanı olduğunu unutmamak gerekiyor. Allah’a hakkıyla teslim olmak.

Birileri Allah’ın emirlerindeki mekasıttan açabilir sözü burada. Allah’ın elbette bazı emirleri görünür, anlaşılır bazı maksatlara mebnidir. O tür emirlerde maksatlara ulaşıncaya kadar bazı esneklikler varsayılabilir, ama bu esneme payını dini tamamen kendi heva ve hevesimize tabi kılacak noktalara kadar zorlamamak da lazım.

Arafat’tan sonra büyük kurban imtihanına koyuluyoruz. Bu yol sanıldığından daha çetindir. Yolda şeytanın vesveselerine çok daha fazla maruz kalırsınız. Kurban kesilmese de yerine sadaka mı verilse? Bu kurban Mina’da değil de memlekette mi kesilse? Nasılsa artık kendi kurbanımızı kendi elimizle kesemiyor, bunu vekaletle hallediyoruz. Öyle ki kurbanın gerçekten fakire ulaşıp ulaşmadığını bile bilmiyoruz. Bunlar kişinin sadece kurbanla ilgili soruları, bireysel olarak herkesin bu yolda maruz kaldığı başka alanlarla ilgili şeytani vesveseler de olabilir, olacaktır da. Müzdelife’de bütün bu vesveselere, iğva girişimlerine karşı hazırlanıyoruz. Mücadelenin çetinliği burada kendini hiç kimsenin hiç bir sabit mekanının olmamasında daha da hissettirir. Herkesin eşitliği burada kendini Arafat’takinden bile daha fazla hissettirir. Arafat’ta iyi kötü herkes kendine akşama kadar vaktini geçirecek, dinlenecek bir çadır, bir mekan bulmuştur. Müzdelife’de o bile yoktur. Haccın, şartlar ne kadar gelişen teknolojik hayatla iyileşirse iyileşsin, meşakkat boyutunun kalıcı olmasının adeta temin edildiği yerlerden biridir burası. Meşakkat elbetteki eğiticidir, öğreticidir, bütün bu hac tecrübesinin ciddiyetini, sahiciliğini, iliklerine kadar hissettiren bir şeydir.

Arafat’tan çıkılmış, Akabe denilen yerde şeytan taşlamaya hazırlanmak üzere burada bir gece konaklanılacak. Taşlar illa ki buradan toplanacak. Herkes kendi taşını kendisi toplayacak. Atılacak taşların büyüklüğü de bellidir. Burada elbette o taşlar değil niyet, karar, irade ve Allah’a yöneliş esastır ve şeytanı alt edecek, onu hayatımızdan, bütün hizipleriyle birlikte kovacak olan budur. O taşın bu işte fonksiyonu olmadığını ise kimse söyleyemez, o ki bunu Allah istemiş yapmamızı.

Müzdelife’deki vakfeden sonra sıra şeytanları taşlamaya gelmiştir. Bu apayrı bir mevzudur tabii. Neden üç şeytan? Neden ilk ikisini ilk gün atlayıp büyük şeytana yöneliyoruz? Bu şeytanlar neye tekabül ediyor? Herkesin büyük, ortanca ve küçük şeytanları kendine göre farklı mıdır? Bu konuda söz çok, fazlasını da hak ediyor ama hepsini dinleyip Allahu Alem demek en iyisi.

Asıl soru şu: Bütün bu sembollerle, anlamlarla yüklü muhteşem ibadeti, temsili her yıl gerçekleştirmekle bile yeterince büyük, kahramanca bir iş yapmakta olan bu ümmet, normal hayatta bu eğitimden neden etkilenmemektedir? Veya aslında etkilenmekte midir? Ama nasıl?

#Mekke
#Arafat
#Müzdelife
7 yıl önce
Müzdelife’den Akabe’ye
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset