|
Özümüze dair

Size bir insanı herhangi bir konuda töhmet altında bırakabilecek bir haber geldiğinde iyice araştırmak, ola ki, o insan hakkında adaletsiz-insafsız bir yargıya varmamak açısından çok önemlidir. Buna dikkat etmek Kur''an-ı Kerim''de (Hucurat) Müslümanlara büyük bir vurguyla emrolunmuştur. O yüzden bu bir tür İslami medya ve iletişim teorisi için en önemli kural olmalıdır.

Doğrusu siyasal tartışmalara siyasal hınç o kadar yön veriyor ki, bu ilkeyi gözetmek gerçek bir nefis imtihanı haline gelebiliyor. Sempati duyduğunuz biri hakkında duyduğunuz kötü bir haberin doğrusunu çok kolay araştırmaya karar verebiliyorsunuz, oysa siyasi konumu dolayısıyla sempati duymadıklarınız hakkındaki haberlere karşı aynı hassasiyeti taşımak çok daha zordur. Bu sadece basit bir haber konusu değil, herhangi bir teorik eleştiri için de aynı ölçüde geçerli bir durumdur. İyi ihtimalle düşünecek olursak bazen insanlar bu konuda bir haksızlık yaptıklarının bile farkında olmayabiliyorlar.

Geçtiğimiz hafta Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu''nun medyaya parça parça düşen demeçleri büyük yankı buldu. Ama bu yankının önemli bir kısmı, onun medyaya yansıyan sözlerine, yansıdığı şekliyle baz alıp onlara karşı tavırlarda “saf tutma” şeklinde gerçekleşti. Bu da galiba pek çok tartışmadaki tipik davranışımızın bir örneği.

Şahsen Prof. Halaçoğlu''nun konuşmasının tam metnine vakfı olmadığım için, şahsı veya görüşleri hakkında bir yargıda bulunmaktan imtina ederek tartışmaya Tarih Kurumu''nun Türkiye''deki işlevine yönelik bir değerlendirmede bulunarak katılmakla yetindim. İyi ki de öyle yapmışım. Çünkü Halaçoğlu''nun sonradan yaptığı açıklamalarla ve konuşma metninin tamamının ortaya çıkmasıyla şimdi biraz daha iyi anlaşılıyor ki, sözleri, birçoğuna katılmasam da, başında bulunduğu T.T.K.''-nun tarihi boyunca işlevine dair eleştirilerim baki olsa da, en azından her ciddi bilim adamı kadar tartışılmayı fazlasıyla hak ediyor. Ama maalesef medyadaki sunulma biçimi itibariyle muhtemel bir verimli tartışmada en ciddi taraflardan birisi safdışı bırakılmak istenmiştir.

Prof. Halaçoğlu, Nuriye Akman''a (Zaman, 2 Eylül 2007) ve başka gazetelere verdiği mülakatlarda, aslında resmi milliyetçiliğin Türkiye''de barışçıl ve bütüncül bir toplum yaratma konusunda sergilediği kusur ve zaafların oldukça farkında olan ve bu zaafları paylaşmayan bir profil çiziyor. Irkçılık olarak anlaşılan sözlerinin önemli bir kısmı, aslında yıllarca eleştirilen farklı unsurlara yönelik “inkâr” tavrından uzak olmasından kaynaklanıyor. Kart-kurt anlayışıyla Kürt etnolojisinin geçiştirilemeyeceği, aksine Kürtlerin Kürt olarak tanınması, hatta gerekirse bir Kürdoloji enstitüsünün kurulması gerektiğini bile savunuyor.

Türkiye''de farklı unsurları bir millet içinde kaynaştırmanın yolu tabii ki onların varlığını veya kökenlerini inkâr etmek değildir. Aksine millet ideali farklı unsurların varlığını kabul ederek, hatta onların kendi tarihsel kökenlerini veya kimliklerini bulmak konusundaki çabalarına yardımcı olarak da pekâlâ başarılabilecek bir şeydir. Bu “köken bulma “çabasının aslında nesnel bir ölçütü olmayacağı için her türlü spekülatif müdahaleye de açık olacaktır, ama bu sorunun gidermenin bir yolu da sizin de tartışmaya, tarihyazımına, eşit bir “müdahil” olarak katılmanızdan başkası değildir. Sonuçta kim kendini nasıl tanımlamak istiyorsa öyle tanımlayacaktır.

İnsanların etnik veya dinsel kökenlerini gizlemek zorunda kalmamaları gerekir. Ancak insanların kendileri hakkında benimsedikleri yeni tanımlara da saygı duymak gerekir. İnsanları kökenlerini gizlemek zorunda bırakıldıkları baskılar altında tutmak kadar, benimsedikleri yeni tanımlara karşılık kökenlerini hatırlatan baskılar da kabul edilemez.

Sonuçta Prof. Halaçoğlu''nun söylediklerinin bu tartışmaların usulüne uygun bir biçimde yapılmasına vesile olmasını dileriz. Akman''ın tartışmaların ilk alevi söndükten sonra bu mülakatı gerçekleştirmiş olması çok isabetli. Bu sayede şimdi sayın Halaçoğlu''nun söylediği onca makul şeyin arasında, Türklerin özüne dair mevzu açılmışken Akman''ın kültürümüzdeki olumsuz örnekleri kast ederek sorduğu “hangi özümüz?” sorusuna karşılık sarf ettiği şu sözleri daha soğukkanlı bir biçimde değerlendirebiliriz: “Şu anda yaşadığımız olumsuz örnekler özümüz değil. İran, Hindistan, Arap kültürünün içimize girdiği şeklidir bugün. Onlardan aldıklarımızla kendi özümüzü kaybettik.”

Biliyorsunuz bu “öz” mevzuları her zaman en az bu kadar çetrefillidir. Öze dair tartışmalardan insanın ırkçı, ötekileyici, kültürel aşağılayıcı tavırlara sapmadan sağ salim çıkabilmesi imkânsıza yakın bir şeydir. İyi olan her şey bizden, kötü olan her şey onlardan…

Irkçılık her zaman insanın “ırkçılık olarak” bilinçli tercihi olmayabilir, bazen de insanın söylemine bir şekilde bulaşan bir şeydir. Tabii ki bunu aşmanın yolu insanların mevcut özlerinden ziyade “söz ve eylemlerinin”, kendilerine “verilmiş” olandan ziyade, kendi tercih ettikleri özelliklerinin daha fazla önemsendiği bir anlayışı benimsemekten geçiyor.

17 yıl önce
Özümüze dair
Bu yazıyı kaydedin ya da en az üç kişiye gönderin
Oscarlık senaryo
Yedinci bölüm: Uyanış
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?