|
Tercih kurbanları ve meslek nefreti

Önlerindeki tercih rehberine şu anda binbir türlü muhasebeyle yoğunlaşmış üniversite adayı öğrenciler bütün algılarını kendilerine ışık tutabilecek en ufak bir işarete dört açmış bulunuyor. Bu esnada karşılarına çıkan bazı ışıkların yollarını şaşırtma ihtimali de olabilir. O ışıklar aslında kendilerine değil de başkasına yol gösteriyor olabilir. Her insanın eğilimleri, hayattan beklentileri, meslek yatkınlığı ve kişiliği çok farklı olduğundan, duyulan, okunan tavsiyelerin kendi kişisel özelliklerine hitap etmeyebileceğini dikkate almak lâzım. Aksi takdirde başka hayatların peşine takılıp gitme, kendine daha çok yakışan bir hayatı ıskalama tehlikesi söz konusudur. İnsanın bütün tercihlerinde durum bu değil midir?

Bu durumun en acı sonuçlarından biri etrafımızı kendi mesleklerinden nefret eden insanların doldurmasıdır. İsteyen herkes şöyle bir deneme yapıp etrafındaki insanlara bir göz atsın. Etrafımızdaki kaç insan yapmakta olduğu mesleğinden memnundur? Kaç insan mesleğini mutluluk içinde icra etmektedir? Kaç kişi kendini yanlış bir mesleğin içinde ömür tüketen bir kader kurbanı gibi görmüyor? Kaç kişi yapmakta olduğu işin dünyanın en zor hatta pis işi olduğunu düşünmüyor? Kaç kişi yaptığı iş dolayısıyla muhatap olduğu insanlara sevgiyle bakabiliyor? Kaç kişi yaptığı iş dolayısıyla kendi hayatına kahretmiyor? Bütün bu insanlara yeniden fırsatlar sunulsa hangi meslekleri seçerlerdi acaba? Ya bu fırsatı değerlendirseler, seçecekleri yeni meslekte mutlu olurlar mıydı acaba?

Kuşkusuz yanlış bir tercihle veya bir şekilde mecbur kalınarak seçilmiş bir meslekte insanların mutlu ve verimli olma ihtimali çok daha azdır. Bir püriten ahlakıyla (hani şu Max Weber'in meşhur Protestan ahlâkıyla) davranıp "aslında mesleği biz seçmeyiz, meslek bizi seçer dolayısıyla hangi mesleğe seçilmişsek onu en iyi şekilde yapmak bizatihi Tanrı'nın çağrısına icabettir" diye düşünebilsek, kuşkusuz bir çok sorun çözülebilir. Bu bakış açısını biraz daha Müslümanlaştırarak insanın mesleğini onun nasibi-kısmeti, ama aynı zamanda da ona Allah'ın yüklediği bir vazife olarak ifade edebiliriz. O zaman mesleği icra etmek ile Allah'ın yüklediği bir mesuliyeti yerine getirmek arasında bir fark görülmez, meslek dolayısıyla muhatap olunan insanlarla alışveriş de tamamen bu vazifenin bir parçası olarak düşünülür.

Ancak var olan durumu meşrulaştırma ve bu duruma tevekkülle ayak uydurma ihtimali olan bu raddeye işi getirmeden önce bu konudaki bir sorumluluğu her zaman hatırlatmakta fayda var. Gerçekten de bugün insanların meslek tercihi alanı kendilerine çok az seçme imkânı bırakacak kadar dar. Özellikle meslek okullarına yönelik katsayı uygulaması daha küçük yaştan itibaren insanları muhtemelen kendilerine ait olmayan (kuvvetle muhtemel, ebeveynlerine ait) tercihlerin kurbanı haline getiriyor. Hayatlarının sonuna kadar insanlar kendileri adına başkalarının vermiş olduğu bu kararı değiştiremiyorlar. Ortaokulda girdikleri bir yol hayatlarının tamamını belirliyor. Mesleğe merhamet sahibi Allah'ın bir takdiri olarak değil, ideolojik vehimlerinin peşinden giden gaddar politikacıların bir kararıyla mahkûm oluyorlar. Bu da hayatlarına bir mağduriyet hissiyle başlamalarına yol açıyor.

N. Bagçeci isimli bir okuyucunun çok haklı olarak ifade ettiği gibi, katsayı uygulamasının en acı sonuçlarından biri, bir adaletsizliğin bir norm olarak eğitimin daha ilk aşamasında benimsetilmesidir. '... ister mağdur-ister yararlanan olsun, gençlerin (ve tabii tüm toplumun) böylesi bir "ayrımcılık" deneyimini daha bu yaşlarda yaşamaları ve bu deneyimin "adalet ve fırsat eşitliği" konusundaki "değer ve tutumları" üzerindeki yıkıcı etkisidir" diyor Bağçeci. Daha orta öğretim aşamasında maruz kalınan, giderilemeyen, yargılanamayan ve mahkûm edilemeyen bir adaletsizlik hayatın normu haline gelir. Kendisine merhamet etmemiş bir eğitim sürecinin sonucunda hiç kimseye merhamet etmeyen, yaptığı işten nefret eden, işi kaytarılacak bir mecburiyet olarak gören, yaptığı işi başkaları üzerinde bir üstünlük aracı olarak gören bir neslin yetişmesi garip gelmiyor. Böylece hiç kimse yaptığı işi iyi yapmıyor. Çünkü hiç kimse yaptığı işi severek yapmıyor.

Meslek sevgisi çok önemli bir ahlaki erdemdir. Toplumlar medenileştikçe artan işbölümü, herkese diğerlerine karşı meslekleri üzerinden bir sorumluluk yüklüyor. O yüzden mesleğini sevmeden yapmak hem başkalarına karşı sorumluluğun ihlali hem de kendine saygısızlık anlamına geliyor.

Dolayısıyla meslek nefretini körükleyen adaletsiz bir eğitim sistemi sorunumuz varsa da, sonuçta herkesin şu veya bu yolla edindiği mesleğini sevmesi hem mümkün hem de çok gereklidir. Unutmamak lazım ki, sistemin bu kadar adaletsiz olmadığı daha dengeli düzenlerde de insanlar her zaman istedikleri mesleği istedikleri şartlarda yerine getirmeyebiliyor.

Sistemde bir adalet sorunu olsa da bu, tek tek her insanın ahlaki sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor.

18 yıl önce
Tercih kurbanları ve meslek nefreti
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’