|
Türkiye “terörle mücadelede başka bir alternatif de var!” diyor

Bugün Cumhurbaşkanımız Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile başta İdlib konusu olmak üzere enerji ve diğer konuları görüşmek üzere Soçi’ye günübirlik bir ziyaret gerçekleştiriyor.

İdlib konusunda geçtiğimiz hafta gerçekleşen Tahran Zirvesinin insani durum açısından istenen neticeyi vermediği malum. İran ve Rusya Türkiye’nin bütün ısrarlarına rağmen İdlib’e, üstelik Esed rejimiyle birlikte, Esed rejimine büyük bir destek vermek üzere İdlib’e askeri müdahalede ısrarcı kaldılar.

Astana’da ilan edilen çatışmasızlık bölgesi olarak İdlib’in teröristleri barındırıyor olması dolayısıyla sıranın buraya gelmiş olduğunu ve burayı da hallettikleri taktirde kendileri açısından Suriye sorununun tamamen bitmiş olacağını düşünüyor oldukları her hallerinden belliydi. Oysa istedikleri müdahale telafisi imkansız can kayıplarına ve Türkiye’ye doğru bir göç dalgasını başlatması kaçınılmaz bir sonuç olacaktı. Kendi destekledikleri diktatör birkaç teröristten kurtulacak diye faturasını insanlığın ve Türkiye’nin ödeyeceği bir katliamı bu kadar rahat konuşabiliyor olmaları gerçekten çok tuhaf.

Üstelik yine Astana’da her rejim muhalifinin, silahlı da olsa terörist sayılamayacağı, bilhassa Türkiye’nin desteklediği silahlı ÖSO unsurlarının müzakerelerde bir taraf olarak tanınmaları da gerçekleşmişti. Şimdi ise aslında hedefledikleri şey teröristleri bahane ederek bütün dünyada meşru kabul edilen bu muhalifleri yok etmekten başkası değil. Yoksa mevzubahis olan teröristler olunca Türkiye bu konuda İran’la da Rusya ile de farklı düşünmüyor.

Ama teröristlerle mücadele etmenin alternatif bir yolu olduğunu, sivil bir tek can kaybı yaşamadan da sadece teröristleri hedef alan ve onlara karşı başarı kaydeden bir savaşın mümkün olduğunu Türkiye Fırat Kalkanı ile birlikte DAEŞ’e karşı, Zeytin Dalı operasyonu ile PYD-PKK’ya karşı gösterdi.

Türkiye bırakınız bir şehri harabeye çevirmeyi bir evi bile harap etmeden ve bir tek sivilin canına kıymadan bu operasyonları gerçekleştirdi. Oysa hem rejim kendi halkına karşı hem de Rusya, İran ve ABD’nin teröristeler karşı savaş bahanesiyle yaptığı her operasyon bir terörist öldürdüyse bile karşılığında en az 30 sivili de katletti, şehirleri de taş üstünde taş kalmayacak şekilde harabeye çevirdi.

Türkiye ortaya koyduğu tecrübe ile teröristlere mücadelenin başka yolları olduğunu fiilen gösterdi ve şimdi bu tecrübesini İdlib’de bir tez olarak ileri sürüyor.

Tahran Zirvesinde bunu yaptı ve her ne kadar Zirve pek başarılı sayılmasa da sonrasında ortaya koyduğu net tavırla İdlib’e karşı harekete geçmiş bir saldırıyı frenlemiş oldu.

İdlib, Suriye krizinin başından itibaren Esed’in katliamlarından, zulümlerinden kaçmış olan sivil insanların zamanla Suriye içinde kaçıp sığınabildikleri tek yer haline geldi. Türkiye’nin de burayı fiilen himaye etmesiyle birlikte, Türkiye’nin Suriye içinde gerçekleştirmek istediği güvenli bölge niteliğini bu şekilde fiilen kazandı.

Bu niteliği Astana süreci içinde bütün taraflara da bir çatışmasızlık bölgesi olarak kabul ettirildi. Şimdi buraya Rusya ve İran’ın yardımıyla yapılmak istenen operasyon aslında biryandan anlaşmayı açıkça ihlal, bir yandan da Esed’in katil rejimini tekrar restore etmekten başka bir anlam taşımıyor. Bu cürüm birikimine rağmen İran ve Rusya’nın hala Esed’i bu şekilde desteklemeye devam ediyor olmasını anlamak gerçekten çok zor.

Allah’tan Suriye ‘de masada Türkiye var ve Soçi’de başlayan, İstanbul ve Tahran’da devam eden süreçte Türkiye her şeye rağmen işlerin daha da kötüye gitmesini engelleyebiliyor.

Belki Türkiye tam olarak istediği sonucu alamıyor ama Suriye halkı adına hiçbir şey elde etmiyor da değil. Bugün Soçi’deki görüşmede işin daha da makul bir noktaya gelmesi beklenebilir.

YA YEZİD’İN YAPTIĞI NEYDİ?

Türkiye, İran ve Rusya liderlerinin Zirve toplantısını gerçekleştirdiği Tahran’a bir hafta sonra benim de yolum düştü. Aldığım özel bir daveti, bu aralar Amerikan ambargosuna maruz kalan İran’da toplum düzeyinde işlerin nasıl yürüdüğünü doğrudan gözlemleme imkanı bulabileceğimi düşünerek kabul ettim.

Doğrusu uzun süredir gitmediğim Tahran’ı son gördüğümden bu yana epey gelişmiş, daha bir derli toplu, belediye hizmetleri itibariyle çok daha iyi buldum.

Ambargonun etkisiyle İran Tümen’i neredeyse dolar karşısında üç kata yakın değer kaybetmiş. Bu durum halkta elbette başta büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmış, ilk günler yoğun tepkiler, protestolar yaşanmış ancak zamanla insanlar durulmuş. İnsanlar hızla yeni duruma adapte olmuş. Hayat kendi seyrinde bütün canlılığıyla devam ediyor.

Yıllardır ambargo ve yaptırımlara maruz olarak yaşamaya alışmış olan İran halkının bu son ambargoya da hızla alışacağı görülüyor. Tahran’da birkaç yıl önce bitirilmiş olan İletişim Kulesi dünyanın en büyük sekizinci yüksek kulesi sayılıyor ve altındaki alışveriş merkeziyle birlikte dolup taşıyor. 15 milyon nüfusuyla Tahran kendi şehirleşmesinde ambargo şartlarına rağmen, dolarsız da önemli bir mesafe kat edebileceğini göstermiş. Birkaç yıl içinde bir sürü beş yıldızlı otel açılmış.

Ziyaretim Muharrem ayına denk geldiği için Tahran’dan sonra uğradığım Tebriz’de geceleyin başlayan ve saatlere kadar süren Muharrem yasını izlemenin bambaşka ve çok farklı bir deneyim olduğunu söylemem gerekiyor.

Aşure günlerinde genellikle herkes siyah renkli elbiseler giyiyor. Neredeyse bütün bir şehrin çoluğuyla çocuğuyla topyekun katıldığı Tebriz’in kilometrelerce uzayan ana caddesinde ona yakın noktadaki toplantılarla gerçekleşen bir matem. Şehrin her yanından bu toplantılarda Hz. Hüseyin’e okunan ağıtlar ve mersiyelerin hoparlörlerden yükselen sesleri dev davulların seslerine karışarak enteresan bir temsili ortaya koyuyor. “Senin çağrına uydum geldim (Lebbeyk ya Hüsyn) diyerek başlayan bu temsilin Şiiliğin en önemli merkezlerinden biri olan Tebriz’den başlayarak Tahran’a kadar uzanan bir politik teolojisi var ve Tahran’ın buna verdiği bir cevap var.

Bu teolojiyi anlamadan Tahran rejiminin bunca saldırıya rağmen nasıl ayakta durabiliyor olduğunu anlamak elbette mümkün değil.

Sohbet etme fırsatı bulduğum Tebrizli dindar bir Azeri, Türkiye’nin İran’la birlikte Tahran’daki birlikteliğinden çok memnun olduğunu söylerken ben yine de ben İran’ın halkını katleden Esed’i desteklemesini anlayamadığımı samimiyetle ifade ettim. “Bugün çağrısına katıldığınız Hüseyin’in katili Yezit bugün Esed’in şahsında temsil ediliyor. O Yezit bugün kendi halkından bir milyon Hüseyin ve bir milyon Kerbela kılıyor, göremiyor musunuz” dedim. Dedi ki “bunlar siyaset”.

Dedim ki, peki ya Yezid’in yaptığı neydi?

#İran
#Türkiye
#Rusya
6 yıl önce
Türkiye “terörle mücadelede başka bir alternatif de var!” diyor
Kara dinlilerle milletin savaşı
Açlık grevi ve çağdaş küfürbazlar sürüsü
Tatilleri birleştirmenin sakıncaları
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek